24 Mart 2012 Cumartesi

Ölümsüz - Paco Ahlgren

 Paco Ahlgren'in kaleme aldığı Ölümsüz, Douglas Cole isimli bir gencin dibe vuruşunu ve yeniden yükselişini anlatıyor. Başından trajik olaylar geçen Douglas, servetini har vurup harman savurur ve sonunda sokaklara düşer. Kitabın ilk yüz elli sayfası yeraltı edebiyatı kıvamında giderken, ara ara karşımıza çıkan kuantum fiziğinin evren üzerindeki etkilerini anlatan sohbetler ileriki sayfalarda gelecekten gelen insanlar, zaman yolculuğu gibi kavramlara kadar gider. Hiçbir açıklama yapılmayan ve sürekli sırası gelmediği için havada bırakılan gizemli durumlar kitabın sonuna kadar bu gizemini korur ve açıklanmaz. Dolayısıyla okuyucu aklında soru işaretleri ile kitabın sonuna ulaşır.

Kitabın önemli bir yanı herhalde dünyadaki ekonomik krize Douglas'ın çözüm getirmesidir. Kendisi de ekonomi kökenli yazar, Douglas ve arkadaşlarının yeni bir para birimi ile ekonomiyi düze çıkartmasını anlatıyor. Ekonomik krizin sebebi ise hükümet adına bilimsel çalışmalar yürüten, bulduğu ilaçla zamanda yolculuk edebilen kötü kalpli Groeden. Zaten kitaptaki trajik olayların tümünün sorumlusu mutlak kötü Groeden. Douglas'a ise kitap boyunca birçok kişi şifacı diye sesleniyor. Douglas'ın Groeden'ın hakkından gelebilecek tek kişi olması onu bir anlamda kurtarıcı mesih mertebesine yükseltiyor.

Rahat okunan bir kitap olmasına rağmen, ben beş yüz sayfalık bir kitapta uzunca bir zaman ana meseleye gelemeden detaylı detaylı başka konulara odaklanmayı biraz gereksiz buldum. İnsanların zihnine girip çıkan, ilaç içip (Kitabın başında eğlence amaçlı alınan LSD ve Groeden'ın patlamak için kullandığı ilaç ile CIA'in 1960'lardaki gizli deneylerinde ilaç kullanılmasına gönderme yapılıyor.) zamanda seyahat eden Groeden'ın ortaya çıkması ise baştaki gerçekçi atmosferi ciddi anlamda zedelemiş. Hoş, kitap zaten sürreel bir zeminde ilerliyor ama gerçekçi kısımlar ile bu sürreel kısımlar biraz birbirinden kopuk kalmış.

Sevdiklerim - Türk Edebiyatı

22 Mart 2012 Perşembe

Hollanda - Joseph O'Neill

Joseph O'Neill'in 2008 yılında yayımlayıp, 2009 yılında kurgu dalında PEN/Faulkner ödülü alan kitabı Hollanda 11 Eylül sonrası New York'undaki atmosferi bir Avrupalı'nın gözünden anlatıyor. Yazar O'Neill yarı İrlandalı yarı Türk; kitabın baş karakteri Hans van den Broek (Kitabın bir yerinde  yanlış yazımı yüzünden bir hayli uğraşmak zorunda kaldığı isminin tamamı: Johannus Franciscus Hendrikus van den Broek) ise İngiltere'den A.B.D.'ye gelmiş bir Hollandalı.

Kitabın baş karakteri Hans New York'taki hayatı ya da 11 Eylül'ü değerlendirirken olabildiğince tarafsız diyebiliriz. Muhalefet görevi ise eşi Rachel'a verilmiş. 11 Eylül'ün bir komplo olduğunu düşünen, New York'un tekinsiz atmosferinden tedirgin olan ve şehri çocuk büyütmek için uygun bulmayan Rachel, küçük oğullarını alıp ailesinin yanına İngiltere'ye gidiyor. Hans ise Rachel'in peşinden gidemeyecek kadar umutsuz bir hareketsizlik içerisinde hayatı akışına bırakıyor. Chelsea Oteli'nde otelin birbirinden ilginç  sakinleriyle birlikte yaşamaya ve işine gitmeye devam ediyor. Bu arada Mehmet Taşpınar isimli, melek kostümüyle gezen, yarı kaçık bir Türk de ara sıra kendisine eşlik ediyor ama esas hayata tutunmasına yardım eden kişi Chuck Ramkinssoon adlı bir kriket tutkunu.

Eşinin kendisini terk etmesiyle birlikte Hans ve Chuck daha çok vakit geçirmeye başlıyor. Hans üzgün olduğu zamanlarda Chuck onu arabasına alıyor ve kendisini bazı yerlere götürmesini istiyor. Chuck genelde göçmenlerin ya da Afro-Amerikalılar'ın ilgi duyduğu ve pek de popüler olmayan kriketi saygın bir spor haline getirmek için çalışıyor. En büyük hayali ise bir kriket sahası açmak. Hayallerini gerçeğe dönüştürmek için şirket kuruyor, bir sürü insanla görüşüyor ve tüm bu görüşmelere giderken Hans da ona eşlik ediyor. Bir gün Chuck'ın aslında sandığı kadar masum biri olmadığını öğreniyor. Zaten kitap Chuck'ın ölümü ile başlayıp tüm süreci baştan sona anlatıyor. 

Kendi adıma kriket sporu hakkında pek bir bilgim yoktu. Kitap sayesinde bu sporu daha yakından tanıdım. Özellikle Chuck'ın ağzından dökülen cümleler hem kriketi hem de bu tarz kuralları olan diğer sporları farklı bir bakış açısıyla değerlendirmek açısından oldukça zihin açıcı. Buyurunuz: 

"Trobriand Adası Papua Yeni Gine'nin bir parçasıdır," dedi Chuck bir profesör edasıyla. "İngiliz misyonerler buraya vardıklarında, yerli kabileler sürekli savaşarak birbirlerini öldürüyorlardı. Misyonerler ne yaptılar? Onlara kriket öğrettiler. Bu taş devri adamlarını alıp kriket topu ve kriket sopaları vererek kurallı ve hakemli bir oyun öğrettiler. İnsanlardan karmaşık kural ve düzenlere uymalarını mı istiyorsun? Yoğunlaştırılmış demokrasi kursu gibi bir şeydir bu.

Gerçi futbolun kendisine milyonlarca taraftar bulduğu yurdumuzda kimse yazılı ve yazılı olmayan kurallara uymak konusunda pek çaba göstermiyor. Kimbilir futbol kuralları yeterince katı değildir belki de. Bu yüzden de acilen kriketi yaygınlaştırmak belki çözüm olabilir. 

Çağdaş Amerikan edebiyatı daha uzun seneler 11 Eylül'ü konu ederler diye düşünüyorum. Çünkü çoğu eser konuyu merkezine almasa bile illa ki ucundan kıyısından olayla ilgi kuruyor.

Son olarak bir kitabın çevirisinin ne kadar önemli olduğuna değineceğim. Yukarıdaki kısa alıntıdan da fark edebileceğiniz gibi kitap, anlatım bozukluklarından, düşük ve anlamsız cümlelerden nasibini bir hayli almış. Bu noktada kitabevlerinin kaliteyi sağlamak adına daha titiz olmaları gerektiğini düşünüyorum...