6 Aralık 2015 Pazar

Yunus İnsanlar - Torsten Krol

Torsten Krol'un okuduğum bu ikinci kitabında ilk okuduğum Callisto kitabındaki gibi bir mizah beklentisi içindeydim. Yunus İnsanlar ise hayli trajik başladı ve gitgide de daha karanlık bir hal aldı. Ama kitabı çok severek okudum ve ortalarından itibaren de elimden bırakamadım. Çoğu zaman kitapların arkasını okumam. Kitabı alırken bir şekilde iyi olduğuna karar vermişsem, kitabın okudukça beni şaşırtmasını tercih ederim. Bu yüzden Yunus İnsanlar'ın Venezüela'da geçmesini beklerken, kitabın karakterleri kendilerini bir kabilenin ortasında bulunca hafiften keyfim kaçmadı değil. Ama kabile ile yaşadıkları, kabiledekilerin basit yaşamı bana birçok şeyi sorgulattı. Kitap, efsanelerin doğuşu ile ilgili yeni bir pencere açtı önüme. Yunus İnsanlar, normalin ve anormalin ne olduğu üzerine beyin jimnastiği yaptıran, bir kabilede başınıza gelebilecek en tuhaf şeyleri arka arkaya sıralayan kara mizahın uç noktasında bir kitap. 

Hayata farklı bir pencereden bakmak için okunmalı diyerek bitireyim. 

Not1: Yahudi soykırımına sürekli rastlamaktan cidden sıkıldım. Bu kitapta da ana konulardan birisi. Genelde bunun üzerine yapılmış eserlerden artık kaçıyorum. (Gerçi yeni moda on bir eylül. Ondan da kaçıyorum.) Sonuç olarak soykırımı merkezine almış bir kitap olmasına rağmen tavsiye ediyorum.

Not2: Bir Ankaralı olarak ayıbım Simon Bolivar Bulvarı'na ismini veren kişinin kim olduğunu bilmememdi. Bu kitap sayesinde onu da öğrenmiş oldum. Merak edenler için https://tr.wikipedia.org/wiki/Sim%C3%B3n_Bol%C3%ADvar

Not3: Yekta Kopan'ın fil uçuşu blogunda belirttiği gibi, kitabın arka kapağını okumamanızı tavsiye ediyorum. 

İyi okumalar.

26 Kasım 2015 Perşembe

Sınavlarda Neler Yapmalı ve Dünyayı Nasıl Değiştirmeli? - Bertell Ollman

Uzun isimli bir kitap ama içeriği akıcı ve öğretici. Bertell Ollman New York Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi profesörü. Öğrencilere yazılı, sözlü ve eve götürmeli sınavlarda hayatlarını kolaylaştırmak adına tüyolar hazırlamış ama tüyolara ulaşmak için kitabın tümünü okumak gerekiyor. Çünkü kitabın yapısını sınavlar ve dünya hakkındaki kendi fikirlerini anlatacak ve tüyoları da aralara yedirecek şekilde hazırlamış. Benim amacım sınav tüyosu almak olmadığı için ben kitabın tüyo haricindeki kısımlarını çok beğendim. Ollman'ın asıl amacı öğrencileri sınavlara hazırlarken, sınavların kendisini ve gerekliliğini sorgulatmak.

Bizim de her sene değişen ve her sene daha yoğun bir şekilde sınavlarla örülen eğitim sistemimizi düşündüğümüzde bu kadar sınavın bize gerçekten bir şeyleri iyi öğretmek için mi yoksa başka bir amaçla mı yapıldığını sorgulamıyorsak sıkıntı var. (Aslında bu konu üstüne olmasa da çok sevdiğim bir yazar olan Metin Aydoğan'ın Türkiye Nereye Gidiyor isimli kitabını şiddetle öneririm. Bu kitapta bir türlü düzelmeyen eğitim sistemimizden ve Milli Eğitim Bakanlığı içindeki yabancılardan oluşan bir kuruldan bahsediliyor. Tabi ki suç bizde, irade gösterip inisiyatifi ele almayan toplumlar dış güçlerin oyunlarında piyon olmayı hak eder. Ek olarak, Metin Aydoğan'ın Bitmeyen Oyun kitabını da tavsiye ediyorum. Mutlaka okuyun. Kendisinin en önemli özelliği nesnelliği; taraf tutmaksızın herkesin hatasını yüzüne çarpması.)

Tekrar kitabımıza dönelim. Ollman bir Marksist; kapitalist düzeni Marksist teori çerçevesinde sorguluyor ve kapitalist düzenin bizim bilmemizi istemediği gerçekleri bize işaret ediyor. Ollman,  kapitalizmin çeşitli bilinç operasyonları ile bizden odanın ortasında duran fili gizlediğini söylüyor. Eğer öfleliyseniz, acı çekiyorsanız, şanssız olduğunuzu düşünüyorsanız ve tüm bunlar için kendinizi suçluyorsanız, belki de suçlu olan siz değilsiniz, çünkü bu düzen hileli diyor Ollman. Fırsat eşitliği koca bir palavra. Sınavların amaçlarından biri sizi bekleyen karamsar geleceğe hazırlamak, sorulardaki direktif veren cümlelerle sizi gelecekteki iş vereninizin emirlerini koşulsuz yerine getirecek bir robota dönüştürmek. Direncinizi kırmak, sorgulama, muhakeme etme yeteneğinizi sıfırlamak. Sizi seçenekler dünyasına hapsetmek ve seçenekler dışında bir şeyin olabileceği fikrini devre dışında bırakmak. Örneğin, markete gittiğinizde birbirinden farklı gibi görünen ama aslında pek bir farka sahip olmayan şeyler arasında seçim yapmanızı sağlamak ve daha fazlasını istememeniz için, uyutmanın bir başka biçimi olarak sizi bol seçeneklere boğmak.

Gençleri karamsar bir gelecek bekliyor. Üniversite eğitiminin size büyük kapılar açacağını düşünüyorsanız, boşuna ümitlenmeyin. Artan mesailer, azalan ücretler, parçalara ayrılan geçici ve yarım günlük işler. Karşılığında ise sağlık ve emeklilik güvenceleri hak getire. Para odaklı bireyler, ahlaki çöküş, rekabet, bencillik, yalnızlık, yabancılaşma ve mutsuzluk. Günümüzün, özellikle de büyük şehirlerin portresi.

Gün geçtikçe sefalete sürüklenen kitleler ve git gide zenginliğine zenginlik katan azınlık. Ekonomi çökünce düzlüğe çıkmak için çıkarılan savaşlar ve sadece kapitalist azınlık için fırsata dönüşen felaketler. Demokratik olduğu iddia edilen seçimler ve her iki tarafı da destekleyen kapitalist güçler. Seçim sonrası hangi taraf kazanırsa kazansın kazanan kapitalistler ve her koşulda kaybeden halk, yani emekçiler (ya da maaşlılar). Siyasetçileri satın alan kapitalistlerin yasaları istedikleri şekilde düzenlemesi ile hakkını koruyamayan emekçilerin durumu. Mahkemelerin bağımsızlığını sorgulayan Ollman, işlevlerinin adaleti sağlamak değil, birtakım adaletsizlikleri meşrulaştırmak olduğunu söylüyor.

Kısacası günümüzü, emekçilerin içinde bulunduğu durumu anlamak için okunması gereken bir kitap. Önerdiği Marksist çözüm ne kadar uygulanabilir bilemiyorum fakat bu gidişattan ve içinde bulunduğumuz durumdan kat kat iyi olduğu bir gerçek.

Okuyunuz, okutunuz.

Şibumi - Trevanian

Trevanian'ın şu ünlü Şibumi kitabını nihayet okuma fırsatı buldum. Şibumi, Katya'nın Yazı kitabından sonra okuduğum ikinci Trevanian kitabı oldu. Bu arada Trevanian bir takma ad ve yazarın gerçek ismi Rodney William Whitaker.

Katya'nın Yazı kitabını beğenmiştim ama öyle başyapıt filan da diyemem. Sanırım sonundaki sürpriz kısmı beni çok şaşırtmadığı için çok fazla etkilenmemiştim; fakat dili gerçekten iyiydi. Hakkını vermek lazım. İlk defa bu kitapta öğrendiğim Bask halkı Şibumi'de de karşımıza çıkıyor.

Şibumi'ye gelince, Nicholai Hel isminde kiralık katilin hayatını anlatan bir kitap demek yanlış olmaz herhalde. Sıkıcı bir biyografi diye düşünmeyiniz; çünkü Nicholai Hel gerçekten farklı bir insan. Dil konusunda çok yetenekli, yetiştiği ortam sebebiyle birçok dile hakim. Çıplak elle öldürme (detaylı araştırmak isteyenler için bkz. hoda korosu) ve go oyunu konularında usta. Cesur bir mağaracı.

Kitabın konusuna gelince Münih Olimpiyatları'nda Yahudi sporcuları öldüren Kara Eylül grubuna karşılık Münih Beşlisi adında bir grup kurulmuştur. CIA, Kara Eylülcüler'i desteklemektedir ve Münih Beşlisi grubundan geriye kalan üç kişiden ikisini havaalanında kumpas kurarak öldürür. Geriye kalan tek kişi olan Hannah Stern ise amcasının yakın arkadaşı olduğu için Nicholai Hel'in kendisine yardım edeceği düşüncesi ile Hel'in yaşadığı Etchebar Şatosu'na gider.

Kitabın son bölümlerine kadar geriye dönüşlerle Nicholai Hel'in çocukluğu, ilk gençliği ve sonrası anlatılır. II. Dünya Savaşı, o sırada go oyunu ile hayatını yönlendirmesi, hapishanede geçirdiği üç yıl, mağara deneyimi vs. Sonlara doğru ise kozlar paylaşılır, karşılıklı intikamlar alınır.

Japon kültürü Amerikan kültürü ile kıyaslamalı bir şekilde çok güzel anlatılmıştır. Şibumi hayatın yalınlığını ifade eden bir terimdir ve Hel, hayatını Şibumi'ye ulaşmak üzerine kurmuştur.

Kitabı uzun uzun anlatmak yerine beni etkileyen ilginç kısımları kısaca özet geçeyim:

- 1979 yılında basılan kitapta bahsedilen Ana Şirket denen kurumun benzerlerinin günümüzde de bulunması ve uluslararası şirketlerin çıkarlarını koruyacak şekilde dünyaya şekil vermeye çalışması ve CIA gibi örgütleri de bu çıkarı doğrultusunda kullanması.
- İstihbarat örgütlerinin hiç şakasının olmaması, kendi adamlarına bile acıma duygusu beslememesi ve ajanlarını sayıları çok olsa bile bir kalemde gözden çıkarabilmesi.
- Nicholai Hel'in ilginç özellikleri: Mistik olması (ara sıra evrenle bütünleşip, dinlenme halleri), yakınlık duygusu, sıradan nesnelerle cinayet işlemesi.
- II. Dünya Savaşı sırasında atom bombaları atılmadan önce Tokyo'nun bombalanıp, yakılıp yıkılması. Hiroşima'ya atılan ilk atom bombasının (uranyum bombası olması) savaş amacıyla, Nagazaki'ye atılan ikinci atom bombasının (plütonyumdu galiba) ise bilimsel deney amacıyla atılmış olması.

Güzel bir kitap, okuyun derim:)

21 Kasım 2015 Cumartesi

Kitap Siparişlerim

Her okuduğum kitabı buraya yazma fırsatım olmuyor. Bari fotoğrafını koyalım:) Kargoyla gelen kitapların verdiği mutluluk. Birlikte gelenleri birkaç gün böyle yakınlarımda tutmak hoşuma gidiyor.
Şu anda okuduğum Şibumi bitsin, okuyacağım hepsini.

12 Kasım 2015 Perşembe

Callisto Yanlışlıklar Komedyası - Torsten Krol

Bu kitabı almamın iki sebebi var: Birincisi kapağını çok beğendim. İkincisi ise arka yüzünde Alıklar Birliği'ne benzer olduğunun yazması. Alıklar Birliği, en sevdiğim kitaplar sıralamamda kesinlikle en üstlerde yer alıyor. Callisto'yu okuyunca onu da Alıklar Birliği'nin yanına ekleyiverdim.

Çok güzel ve eğlenceli bir kitap. Okurken kahkahalar atıp, kalabalıklarda zor durumlarda kaldım. Odell isimli safça bir gencin ağzından yazılmış kitap. Dolayısıyla her şeyi onun bakış açısından görüyoruz. Odell asker olmayı istemektedir. Askerlik bürosuna giderken aracı yolda bozulunca Anarşist Dean'in evine sığınır. Sonrasında yanlışlıklar komedyası başlar.

Callisto komik olmasının yanı sıra Ameirkan toplumuna sıkı bir eleştiri içeriyor. Gizemli yazarının Stephen King olduğu rivayet ediliyor. Okunacak kitaplar listeme  yazarı Torsten Krol'un diğer kitabı Yunus İnsanlar'ı tereddütsüz ekliyorum.

Not: Kitabı internetten almıyorsanız açıp son sayfaya bakın lütfen. Everest Yayınları kitabın son sayfasını basmamış çünkü. Bendeki kopya öyle.

İyi okumalar, bol kahkahalar.

Şemsiye - Will Self

Eleştirmenlerce övülen, göklere çıkarılan Will Self'i ben pek anlamadım. Şemsiye kitabını 40 derece sıcak altında okumak ve anlamak için beynimi patlatttım. Lakin sonunu getiremedim, 256. sayfadan sonra bıraktım. Will Self bu kitapta birkaç olay ve dönem almış, üç ya da dörttü, bunları birbirine bağlamış. Ama nerede geçiş yapıyor, niye yapıyor, ne zaman yapıyor, bunları belirtmemiş. Bölüm başı vs. gibi şeyler yok kitapta.

Kitabın bana göre ana kısmı akıl hastanesinde, sonraki ikincil kısmı ise baş hastanın gençlik döneminde geçiyor. Okuyalı bir ayı geçti, kala kala bunlar kalmış aklımda.

"Okuyucular için yazmıyorum" diyen Will Self'i sevenlerine havale ediyorum. Bence Şemsiye kitabı bir okumada anlaşılacak bir kitap değil, ha üstüne tez yazacağım deyip, araştıra, düşüne, sorgulayana ve analiz ede ede okursanız eminim bir şeyler çıkacaktır. Kitaplar üstüne düşünmeyi, bilmece çözmeyi seven biri olmama rağmen, tatilimde uğraşamadım. Bir dahaki sefere artık...

Algernon'a Çiçekler (Flowers for Algernon) - Daniel Keyes

1959 yılında öykü olarak basılıp Hugo Öykü Ödülü'nü, 1966 yılında ise roman olarak basılarak Nebula Roman Ödülü'nü kazanan, 1968 yılında beyazperde uyarlaması Charly filmi ile de Oscar dahil birçok ödül alan Daniel Keyes yapıtı Algernon'a Çiçekler. Benim burada anlatacağım ise İngilizce aslından okuduğum 200 küsur sayfalık roman versiyonu.

Kitap, zeka geriliği olan Charly Gordon'un zekileşmesi için yapılan beyin ameliyatı öncesi ve sonrasını Charly'nin yazdığı günlük raporlar aracılığı ile anlatıyor. Yazım yanlışları ile dolu, naif cümlelerden oluşan günlük raporlar, ameliyat sonrasında giderek artan IQ'su ile dahiye dönüşen ama içten içe mutsuzlaşan Charly'nin yaşadığı dönüşümü anlatıyor. Sevecen ve masum Charly zekileştikçe insanların gerçek yüzünü görüyor, insanları suçlamaya ve onları ikiyüzlü olmakla suçlamaya başlıyor. Ailesi ile ilgili gerçekleri yavaş yavaş hatırlıyor ve kendi hayatının gizemlerini çözüyor. Geçmişi ile yüzleşiyor. Bu esnada bencil ve küstah bir insana dönüşüyor fakat yaşadığı yüzleşme empati kurmasını sağlıyor. Bu arada zeka geriliği olduğu zamanlarda kendisine okuma yazmayı öğreten ve ameliyat için onu teşvik eden Miss Kinnian ile yakınlaşıyor. Eski Charly ise peşini bırakmıyor. Sarhoş olduğunda yüzeye çıkıyor, zaman zaman kontrolü ele geçiriyor ve yeni Charly'yi yönlendiriyor.

Algernon ne olaki derseniz: Charly beyin ameliyatı üzerinde denenen ilk insan oluyor. Bu ameliyat öncesinde ise fareler üzerinde deneniyor ve Algernon bu farelerden zekileşerek yaşamaya devam eden fare olarak çok değerli. Adeta Charly'nin fare versiyonu. Charly, zekileştikten sonra kendini insanlardan çok Algernon'a yakın görüyor.

Öncelikle çok güzel ve duygusal bir kitap ama vıcık vıcık bir duygusallık değil bu. İkinci olarak da özellikle Charly'nin çocukluk anılarının anlatıldığı yerler bir hayli sert. Mideye yumruk etkisi yapıyor. Engelli çocuk konusunun işlendiği kitaplara ilgi duyanlara, olayı ebeveyn tarafından engelli çocuk sahibi olmanın anlatıldığı Nobel ödüllü Kenzoburo Oe'nin Kişisel Bir Sorun kitabını öneririm. Bu kitabın, daha çok da Charly'nin naif tarzının bana hatırlattığı başka kitaplar var ki, o kitaplar aynı zamanda benim en sevdiğim kitaplar arasında yer alıyor. Biri Charles Bukowski'nin Ekmek Arası kitabı. Başka bir Charles Bukowski kitabı okudunuz ise bunun onunla hiçbir alakası olmadığını ve bibliyografyasında çok farklı bir yere sahip bir kitap olduğunu hemen belirteyim. İkinci kitap ise Türkçe baskısı maalesef bulunmayan Sherman Alexie'nin The Absolutely True Diary of a Part-time Indian.

Charly filmini Youtube'dan izleyebilirsiniz. Ben bir kısmını izledim; güzel bir film ama her zaman olduğu gibi kitap daha güzel:)


Başka Zaman Kütüphaneleri - Zoran Zivkovic

Sırp yazar Zoran Zivkovic'in kitabı Başka Zaman Kütüphaneleri, 2003 yılında Dünya Fantezi Ödülü almış. Roman olduğu belirtilmesine rağmen bana kalırsa 6 bağımsız öyküden oluşan bir öykü kitabı. Sadece son öyküde diğer öykülere üstünkörü bir bağlantı yapılıyor. Her öykü birinci tekil ağızdan anlatılıyor ve her birinin baş rolünde kitaplar ve kütüphaneler var. Olağandışı olaylar oluyor ama pek bir yere bağlanmıyor. Çoğu öyküde öyküyü anlatan birey ve onun hakkında her şeyi bilen, her kaydı tutan bir sistem var. Bu da bireyi paranoyaya sürüklüyor. Her öyküde bilginin sonsuzluğuna gönderme yapılıyor.

Kolay okunan bir kitap. Türü sevenler için güzel bir alternatif olabilir.
   

                 









5 Eylül 2015 Cumartesi

Kefaret - Gaetan Soucy

Gaetan Soucy (1958-2013), arkasında sadece dört roman bırakmış, esas uzmanlığı matematik, fizik ve felsefe olan Kanadalı akademisyen bir yazar. Benim de Kanada Edebiyatı ile tanışmama vesile oldu. Küçüklüğümde kardeşimle başa sarıp sarıp izlediğimiz bir Red Kit video kasetimiz vardı. Bu çizgi filmde Kanada karlar altında ve soğuktu. Seneler geçti. Kitle iletişim araçlarından, internetten, bloglardan güney kısımlarının ikliminin İstanbul'a benzer olduğunu öğrendik. Ne var ki, Gaetan Soucy'nin Quebec'te geçen Kefaret kitabı kafamdaki çizgi filmden kalma karlar altındaki ülke imajını bir kez daha pekiştirdi.

Kefaret, Can Yayınları'ndan çıkan incecik bir kitap ama hazmı o kadar kolay değil. Gizemlerle dolu kitapta çoğu şey belirsiz kalıyor ve bir sonuca bağlanmıyor. Kitabın sonunda daha çok yoruma açık kalmış bir son bekliyor bizi. Gerçeğin, belleğin, düşün birbirine karıştığı, neyin gerçek neyin oyun olduğunun ayırt edilemediği bir kitap Kefaret.

Geçenlerde Denis Villeneuve'nin yönetmenliğini yaptığı Enemy (2013) filmini izlemiştim. Jose Saramago'nun aynı adlı kitabından uyarlanan Enemy, tam da Kefaret kitabının uyandırdığı hisleri uyandırıyordu. Konu olarak tamamen birbirinden alakasız olsalar da aynı dili konuşuyorlardı.





Kitaptan devam edersek, felsefe üzerine doktora yapmış yazarımız kitaba Wittgenstein'dan bir alıntı yaparak başlıyor: "Belleğimiz bize geçmişi gösteriyorsa, bunun geçmiş olduğunu bize nasıl gösteriyor?" Sonunu ise şu sözlerle bitiriyor diyebiliriz: "Hiçbir felaket erişemez bana, nasılsa hiçbir şey gerçek değil". Kitabın baş karakteri müzik öğretmeni Louis Bapaume, geçmişte yapmış olduğu bir şey yüzünden af dilemeye, kefaret ödemeye seneler önce ikiz kızlarına müzik dersi verdiği Von Croftlar'ın evine giderken, kar yüzünden yol kapanınca istasyonda Teğmen Hurtubise'in konuğu olmak durumunda kalır. Bu arada bütün köy kayyumun kar fırtınasında kaybolan kızını aramaktadır.

Louis Bapaume, Von Croftlar'ın evine gittiğinde evde konuşmak istediği Julia Von Croft yerine Julia'nın ikizi Geneive Von Croft'u bulur. Geneive ona hiç de dostça davranmaz. Bapaume, kiliseye kayyumun kızının cenazesine gider ve orada daha önce bakkaldan çıkarken gördüğü ve onu görünce hortlak görmüş gibi şaşıran piyano çalan bir kadınla karşılaşır. Kadın onu hatırlar, hatta köye gelişinin sebebinin kendisi olduğunu düşünür; fakat Bapaume onu hatırlayamaz. Kadın ona Bapaume'nin seneler önce hiçbir şey demeden çekip giderken arkasında bıraktığı ve üzerinde Hiçbir felaket erişemez bana, nasılsa hiçbir şey gerçek değil yazan cam prizma ile pipoyu verir. Kadın bu eşyaları senelerdir Bapaume'ye vermek ümidiyle hiç yanından ayırmamıştır.

Kiliseden ayrılan Bapaume Julia'nın bulunduğu ve doğum yaptırdığı (Julia bir kaza sonucu üç parmağını kaybetmiştir, bu yüzden çok yetenekli olmasına rağmen müziği bırakmıştır ve hemşire olmuştur.) Soucy'lerin evine gider. (Yazar burada kendine bir gönderme yapar.) Burada kendi trajedisini Julia ile paylaşır. Eşi Françoise ile evlilikleri sefalet içinde geçmiştir. Bunun sorumlusu Bapaume'nin özgür müzik yapabilme tutkusudur. Bir oğulları olur ve çocuk veremden ölür. Eşi üzüntüden aklını yitirir. Bapaume'de lanetlenmiştir ve artık hiçbir şey besteleyemez olmuştur. Julia'dan affını istediği konu ise bir kez Julia'nın başının arkasına vurması ile 10 kez de cetvelle poposuna vurmasıdır. Görünürde bu hiçbir şeydir ve Julia bunu hiç umursamamış, unutmuş gitmiştir. Halbuki Bapaume sırf bu affı dileyebilmek için çetin hava koşullarında kilometrelerce yol gelmiştir. Durumun tuhaflığı okuyucuya görünenin arkasında başka şeyler olduğunu sezdirir. Özellikle ikizlerin küçük erkek kardeşleri Maurice ile ilgili kısım tüm kitabın seyrini tam bir çıkmaza sokar.

Şimdi gelelim kitabı anlamak için yaptığım beyin fırtınasına.

Senaryolar:
1. Louis Bapaume çocukluğunu gördüğü rüyasından uyanır; başka bir rüyaya dalar. Bu da tutarsız tüm unsurların bilinçdışının sembolleri olarak yorumlanmasına olanak verir.
2. Bapaume hafiften tırlatmıştır. Geçmişte Julia'yı taciz etmiştir ve bu günahın altında ezilmektedir. Saint Aldor yetimhanesinden rezil olmuş, aşağılanmış, nefret edilmiş bir şekilde ayrılmıştır. Eşiyle ilgili hikayeleri ise kendisini temize çekmek için zihninde yaratmıştır. Maurice ise Bapaume'nin oğludur. Buradaki uyumsuzluk Maurice'in 15 yaşlarında olması, Bapaume'nin ise 20 yıl önce çekip gitmiş olmasıdır.

Semboller:
1. Oklukirpi: Louis Bapaume, oklukirpiyi ilk gördüğünde irkilir. Dağda yollarını kaybedenler oklukirpi yiyerek hayatta kalsın diye oklukirpi avlamak yasaktır. Çiğ yenebilir. Bununla ilgili:
"Ucu esas olana dokunmadıkça istediği kadar dalga geçebilirdi. Düzeltmeye uğraşmıyordu, önemli görmüyordu. Tanrı'yı, işleyen zamanı, ölümü yadsımakta adamakıllı iyiydi." denir. Bapaume Teğmen'le karşılıklı oturup konuşurken kendi kendine Oklukirpi der durur. Teğmen'in odasındaki zoraki konukluğunun sabahında Teğmen Bapaume'nin oklukirpi diye sayıkladığını ve onu hasta zannettiğini söyler. Yolda Murice sandığı Gerard isimli çocuğa oklıkirpi olup olmadığını sorar.
2. İsimler: Hem Teğmen'in annesinin ve hem de Bapaume'nin eşinin ismi Françoise'dir, ikisi de Fransız kökenli ve Yahudi'dir. Bapaume'nin eşinin kurmaca olduğunu varsayarsak, Teğmen'in annesinden türetilmiş olabilir.
Von Croftlar'ın oğlunun adı Maurice'tir; Bapaume'nin öldüğünü söylediği oğlunun adı da Maurice'tir. Aslında Maurice'in babası Von Croft değil, Bapaume olabilir.
Kilise kayyumunun ölen kızının adı Carmen'dir; Soucy'lerin yeni doğan bebeğininin adını da Carmen koyarlar.
3. Benzerlikler: Maurice de Bapaume'de müziğe ilgi duymaktadır. Her ikisi de yatılı okulda okumuştur. Bapaume babasını kaybetmiştir. Maurice oturma odasında otururken Yetim ve Yansıması kitabını okur. Bapaume Maurice'in kendisine benzediğini düşünmektedir.
4. Maurice'le giderken bakkaldan çıkarken gördüğü kadın Bapaume'ye ölmüş birini görmüş gibi bakar. Von Croftlar'ın evindeyken aynı kadını gördüğünde Genevieve(Aslında Julia) hışımla kapıyı kapatmasını buyurur. O sırada Bapaume uykusundan uyandırılan bir insan gibi sıçrar. Belki de buraya kadar gördükleri rüyadır. Ya da kadın hayaldir. Kadın daha sonra kilisede orgun başındadır.


Sonuç olarak kitap, bir olay sonrası yaratıcılığını kaybetmiş, tekrar beste yapamaz hale gelmiş olup, geçmişte yetenekli olan bir müzik hocasının sanatçı hezeyanlarının yansıması olarak da okunabilir.



1 Eylül 2015 Salı

İnsanlığın En Eski Muamması-Bertrand David, Jean-Jacques Lefrere

 

Eskiden sadece roman okurdum. Bilgi veren kitapları okumak sıkıcı gelirdi. Şimdi ise tam tersi; bu kitaplardan çok keyif alıyorum ve edebiyat ile diğer türleri dengelemeye çalışıyorum. Can Yayınları'nın Kırkmerak Serisi'ni çok sevdim. D&R 'ın indirimi vesilesiyle tanıştım. İyi ki de tanıştım. Çok güzel şeyler öğrendim.

Kitabımız İnsanlığın En Eski Muamması, tarih öncesi dönemlerdeki mağara resimleri üzerine. Anlatımı öyle güzel ki, ipuçları ortada olan bir cinayeti çözer gibi heyecanla ilerliyor. Muammamız şu; dönem tarih öncesi ve insanlar mağara duvarlarına öyle desenler yapıyorlar ki, şu zamanda akademide senelerdir sanat eğitimi gören öğrencileri kıskandıracak nitelikte. Üstelik bunu yaparken duvar düzgünmüş, değilmiş aldırmıyorlar; aynı şekilde kendilerinden önce başkası aynı yere desen çizmiş, yine hiç sorun etmiyorlar. Böyle bir muamma. Söz konusu mağaralar ise karbon 14 yöntemi ile eskiliği doğrulanan Lascaux ve Chauvet Mağaraları. 

Lascaux Mağarası Desenlerinden Örnek

Lascaux Mağarası resimleri günümüzden on yedi bin yıl öncesine dayanmakta, Chauvet mağarası resimleri günümüzden otuz iki bin yıl öncesine dayanmaktadır. Tam olarak doğru konturlarla desen çalışması yapabilmek için senelerce eğitim almak gerekmektedir. Eski çağlarda böyle bir imkanın olduğu düşünülmemektedir. Öyleyse bu resimleri uzaylılar mı yapmıştır:) Şaka bir yana kitap gayet bilimsel bir şekilde bu işin olasılığını araştırıp, sonunda bizi aydınlatıyor. 

 
Chauvet Mağarası Desenlerinden Örnekler

Bu arada desen çalışması dediğimiz şey formu çizgilerle ifade etmek olup, tarih öncesi mağara resimlerinde ise daha çok dış konturları tanımlamak için kullanılmaktadır. Desen çalışmasını mükemmele yakın doğrulukla nakşeden tarih öncesi ressamları sadece hayvan desenleri yapıyorlar, göz çizmeye kalktıklarında desendeki ustalığın tersine çok acemice çiziyorlar. Tüm desenler zemini gösteren bir çizgiden yoksun adeta uçuyorlar. Tüm desenler mağaraların hiç ışık almayan en dip kısımlarının duvarlarına yapılmış. Desenler çoğu yerde üst üste çizilmiş ve çizilen zemin çoğu zaman delik deşik, pütürlü olmadına rağmen desenler her sefer mükemmele yakın bir doğrulukta. İşte size muamma.

Bu güzel, keyifli kitabı herkese öneririm...

9 Ağustos 2015 Pazar

Bu ara bitenler!

Blog güncellemesi yapamasam da son sürat okumaya devam  ediyorum. Biten kitaplardan bazıları yukarıda. Hepsini tek tek anlatmak, hepsinin üzerine yorum yapmak istiyorum ama her birini elime alıp hatırlamam gerekiyor ve bu ara hiç canım istemiyor. Haberlere bakmak, ülkenin gidişatı, her gün gelen şehit haberleri. Her şey anlamsız geliyor:(

21 Haziran 2015 Pazar

Şifrelerin Matematiği Kriptografi-Canan Çimen, Sedat Akleylek, Prof. Dr. Ersan Akyıldız

Sevgili okulum ODTÜ 2006'da açılan Toplum ve Bilim Merkezi ile toplumu bilgilendirmek için kitap dizisi yayınlamaya başlamış. Benim maalesef yeni haberim oldu bu kitaplardan ama birkaç tane aldım ve okudukça buraya yazacağım.

Şifreler, bulmacalar, küçüklüğümden beri sevdiğim konular olmuştur. Çocukken bile bildiğimiz limonlu suyla yazıp ışığa tutma olayının tarihte ne kadar önemli işler başardığını bu kitapta öğrendim. Kriptolojiyi eli yüzü düzgün, anlaşılır ve hakkıyla anlatan bir kitap. Çok sevdim ve pek çok şey öğrendim bu kitaptan. Öncelikle bugün kullandığımız bilgisayarın temeli hem kriptoloji sayesinde atılmış.
Kriptolojiyle uğraşanlar: Kriptograflar ve kriptanalistler olarak ikiye ayrılıyor. Kritograflar şifreleri geliştiriyor, kriptanalistler kırıyor, böylelikle ilerleme sağlanıyor ve yeni teknikler ortaya çıkıyor. Kitapta en basit şifreleme tekniklerinden günümüzde kullanılan karmaşık sistemlere kadar olan teknikler basit örneklerle önce kavramsal olarak anlatılıyor sonra da basitleştirilmiş bir şekilde örnek çözümü ile pekiştiriliyor.

Özellikle I. ve II. dünya savaşlarında kriptolojinin savaşın kaderini belirlemesi dikkat çekici. Imitation Games'de anlatılan olaylardan kitapta bahsediliyor. Fakat olaylar filmdekinden biraz farklı. Şifrenin çözülmesi sadece Alan Turing'in dehasıyla değil, Almanlar'a ihanet edip Enigma'nın kod kitabını bir Fransız'ın İngilizlerle paylaşmasıyla oluyor.

Kitabın son bölümlerinde ise kuantum bilgisayarlardan ve kuantum şifrelemeden söz ediliyor. Kuantum internet kavramını daha önce duymuş olmama rağmen içeriğini tam bilmiyordum. Kitap sayesinde netleşti: Elektrik devreleri yerine fotonlarla bilgi ileten fiberoptik kabloları kullanan ve kuantum fiziği ilkelerine göre işlem yapan süper bilgisayarlar.

Konuyu basitçe anlatan örneği burada paylaşmak istiyorum: Günümüz bilgisayarını bir pizza dağıtımcısı olarak düşünün. Elinde 1000 tane adres var ve doğru adresi bulmak için tüm kapıları çalmak zorunda. Bu da belli bir işlem süresi demek. Kuantum bilgisayarı olduğunda ise pizza dağıtımcısı kendinin 1000 klonunu çıkarıyor ve aynı anda 1000 kapıyı çalıyor. Tek bir kapı cevap verince diğer tüm kopyalar yok oluyor.

Kitapta kuantum bilgisayarların ortaya çıkmasının günümüzün tüm şifreleme tekniklerini geçersiz kılacağından bahsediliyor. Yeni e-ticaret, bankacılık işlemleri, vs. aklınıza ne gelirse. Kuantum bilgisayarların yeni şifreleme tekniklerine ihtiyacı olacak fakat, o teknikler geliştirilene kadar bu bilgisayarlar piyasa sürülürse tam bir karmaşa olacağı kesin. 

Kitabın dili o kadar güzel ki en ağır konuları, sokaktaki insana anlatır gibi anlatıyor ve verdiği harika örneklerle rahatça kavramayı sağlıyor. İlgi duyan duymayan herkese tavsiye ediyorum; nihayetinde bilgisayarlar ve internet artık herkesin hayatının bir parçası haline gelmiş durumda.

Zorba-Nikos Kazancakis

Filmi de çekilen klasik bir kitap Zorba. Filmi izlemedim ama kitabı çok beğendim. Bence ara ara okunabilecek bir kitap. Yaşama dair.

Zorba ismi yüzünden tıpkı Moliere'in Cimri'sindeki gibi zorba birinin hikayesini bekliyordum. Halbuki baş karakterin soyadıymış Zorba ve hiç de zorba biri değilmiş:)

Zorba isimli Makedonyalı bir amca var, 60 yaşlarında. Zorba, hayatı her yönüyle yaşamış, kendisinin deyimiyle melekleri ve şeytanlarıyla yaşamış biri. Ölümü de biliyor, öldürmeyi de. Ama kalbi de çok hassas. Tam bir insan sarrafı. Okumamış bir bilge. Kitabın diğer karakteri ise çok okuyan, hayatı kitaplardaki gibi zanneden ve Zorba'dan bir şeyler öğrenmeye çalışan genç. İsmini bilmiyoruz ama kitabın başında Zorba'ya iş teklif ediyor ve Zorba'nın patronu oluyor. Zengin birisi. Patron ve Zorba birlikte Patron'un memleketi Girit'e çalışmaya gidiyorlar. Patron linyit ocağı alıyor. Zorba burada çalışıyor. Akşamları birlikte yiyip içip, eğleniyor, Zorba'nın santurundan çıkan müzikle kendilerinden geçiyorlar. Madam Ortans isminde bir dulun işlettiği pansiyonda kalıyor ve onunla arkadaş oluyorlar. Patron Zorba'nın ilginç kişiliğini Madam Ortans'la olan ilişkisinde daha da iyi anlıyor.Sonrasında olaylar, olaylar...

Hayata dair çok güzel bir kitap, çeşitli felsefelerden besleniyor. En çok da iki karakteri merkeze almasıyla Herman Hesse'nin Narziss ve Goldmund kitabına benziyor.
Okuyunuz, okutunuz.

Not: 20 baskı yapmış. Çoğu zaman baskı sayısı benim kitaba yaklaşımımı etkiliyor. Belki siz de önem veriyorsunuzdur diye bu bilgiyi de iliştireyim dedim:)

10 Haziran 2015 Çarşamba

Bir Kadın Düşmanı - Reşat Nuri Güntekin

Reşat Nuri Güntekin deyince aklıma önce Çalıkuşu gelir. Ortaokul yıllarında çok sevdiğim sıra arkadaşımdan alıp okumuştum. Çok beğenmiştim. Yakın gelecekte tekrar okumak isteyeceğim bir kitap. Arkadaşım bana Çalıkuşu'ndan sonra da Reşat Nuri'nin Acımak kitabını getirmişti. Onu da bir solukta okumuştum. Bakış açısını çok güzel anlatan bir kitaptı. Çalıkuşu'na kıyasla daha acıklıydı.                                                                                                                                 Bende bu ara Türk Edebiyat Klasiklerine bir merak başladı. Yeni yazarları okuyup, riske girmektense eski tescilli yazarları okumak sürprizleri en aza indirir diye düşünerek, Reşat Nuri Güntekin'den de bir kitap okuyayım dedim. Her ne kadar ortaokul yıllarında çok sevmiş olsam da eskiden sevilen şeylerin sonraki yıllarda aynı tadı vermeme olasılığı da vardı.                                                                                                                                                                                   Bir Kadın Düşmanı, beni hayal kırıklığına uğratmadı. Tanıdık romancı, benzer tema. Kitaptan çok keyif aldım. Zaten bir çırpıda okudum bitti.
Sare şımarık bir sosyetik İstanbullu bir kızdır. Kuzeni evlenecektir. Onun düğünü ve öncesinde yapılacak hazırlıklar için şimdi neresi olduğunu unuttuğum (kitabı okuyalı biraz oldu da) bir yere dayısının kır evine gider. Sare annesinin gözü tabir edilen bir kızdır ve türlü numaralarla asker babasını idare eder, herkesi parmağında oynatmaya çalışır. Kitap, Sare'nin arkadaşına yazdığı mektuplardan oluşmaktadır. Düğün öncesi bir grup genç Sare'nin evinde toplanırlar. Kır evine yakın yerde kamp yapan başka bir genç grup ile arkadaş olup, partiler düzenlerler. Sare, ismi Ziya olan ama çirkinliği yüzünden Homongolus lakabı takılan kadın düşmanı gence kafayı takar ve onu kendine aşık etmek için türlü numaralar çevirir. Sare, aklı sıra kadın düşmanı olduğunu sürekli dile getiren Ziya'yı güzelliğiyle büyüleyip, ona güzel bir ders verecektir. Ve olaylar gelişir, deyip bırakayım.

Güzel kitap okuyunuz:)