22 Ekim 2013 Salı

Mezarlık Kitabı - Neil Gaiman

Jack denen adam gecenin bir yarısı dört kişilik bir ailenin üç üyesini keskin bıçağı ile öldürür; evin küçük bebeği hariç... Emekleyerek mezarlığa giden bebeği buradaki mezarlık sakinlerinden Bayan Owens korumak ister. Böylelikle mezarlık özgürlüğü verilen ve Nobody Owens ismini alan bebek mezarlıkta koruma altında büyür. Silas adındaki ne ölü ne de diri olan bakıcısı ona yemek ve ihtiyacı olan diğer şeyleri temin eder, hem de ihtiyaç duyduğunda çocuğun başını beladan kurtarır. Bu şekilde başlayan kitap, ismi Bod olarak kısaltılan Nobody'nin büyümesi, insanlar dünyasına girmesi ve son olarak da ailesini katleden Jack denen adamla hesaplaşması olarak özetlenebilir.

*Yazının buradan sonrası kitabın gidişatına ve sonuna dair bilgiler içermektedir.

Bu aralar komplo teorilerine merak sardığımdan mıdır bilmiyorum, her yerde üçgenler, gözler görüp duruyorum. İşin ilginci şu çekim yasası dedikleri yasa cidden işliyor ve neyle ilgilenirseniz karşınıza onunla ilgili şeyler çıkarıyor. Konusunu bilmeden okumaya başladığım Mezarlık Kitabı'nda da karşıma İllüminati'nin ayan beyan çıkması da çekim yasasını benim açımdan bir kez daha doğrulamış oldu. Jack denen adamın ve onun gibi adı Jack olanlardan oluşan topluluk kitapta İllüminati'yi (ya da masonluğu, Gül ve Haç kardeşliği'ni, Skulls&Bones topluluğunu yahut da bunlardan herhangi biri gibi gizli bir örgütü) temsil ediyor. Okült güçleri olan, kökleri Babil dönemine dek uzanan, görünüşte hayır işleri yapan, kendilerini ve güçlerini korumak için hiçbir kötülüğü yapmaktan çekinmeyen ve her birinin adı Jack olan (bu durum ile bir aile/akraba olmaya vurgu yapan) bir örgüt söz konusu kitapta. Zaten tüm hikaye de bir kehanete göre yeni doğacak ve gizli güçleri olacak bir çocuğun ortaya çıkması ve topluluğun güçlerini tehdit etmesi nedeniyle Jackler'in topluluklarının dağılmasını önlemeye çalışması üzerine kurulmuş.

Kitapta semavi dinlerdeki öteki dünya inancı yerine mezarlıkta ölüm sonrası yaşam var. İnsanlar dışında bir cadı, gulyabaniler, Bayan Lupescu gibi gerektiğinde kurda dönüşenler, Silas gibi ne ölü ne  de canlı olup iki arada bir derede olanlar bulunuyor. Yansıması olmayan, tek çeşit yemek yiyen Silas kimilerinin iddiasına göre bir vampir. Nobody Owens ismi öncelikle akla Jim Jarmush'un benim en sevdiğim film sıralamamda ilk beşe oynayan 1995 tarihli Dead Man filmini getiriyor. Johnnny Depp'in canlandırdığı Nobody de filmde canlı olsa da dead man olarak adlandırılıyor ve ruhani bir süreçten geçiyordu. Kitapta bunun dışında birçok referans mevcut: Robinson Crusoe, The Jungle Book gibi edebi referansların yanısıra Vendetta maskesinin yaratıcısı Guy Fawkes'ın Katolik monarşiye karşı yaptığı komplonun bozguna uğratılmasının kutlandığı Guy Fawkes Gecesi gibi tarihi referanslar da bulunuyor.

İçindeki çizimlerle çocuk kitabı gibi görünse de ve günümüzde çocukların korku filmi gibi Harry Potter serilerini iştahla izlemelerini düşününce hafif kalsa da, derinlerde büyüklere hitap eden bir kitap.

3 Eylül 2013 Salı

Buz Prenses - Camilla Lackberg

Çok satan yazar Camilla Lackberg'in yaratıcı yazarlık kursunda yazdığı ilk kitabı Buz Prenses, polisiye bir hikayenin dramatik bir şekilde anlatıldığı bir kitap.
Kitabın baş karakteri, biyografi yazarı Erica, anne babasını bir trafik kazasında kaybettikten sonra doğup büyüdüğü kasaba olan Fjalbacka'ya aile evindeki işleri halletmek için döner. O sırada Erica'nın eski çocukluk arkadaşı Alex ölü bulunur. Hatta Alex'i bulanlardan biri de Erica'dır. İntihar süsü verilmiş cinayeti araştırırken kirli çamaşırlar, sırlar ve dramlar ortaya çıkar.
Tipik polisiye türünde dedektif ya da polis üzerinden ilerleyen kurgu kitapta araştırmacı yazar Erica üzerinden gelişiyor. Erica bir yandan ailevi meseleleri ve aşk hayatı üzerinde uğraşırken bir yandan da soruşturmaya müdahil oluyor. Bu durum bir polisiye değil de dramatik ve duygusal bir kitap okuyor hissi veriyor. Klasik polisiye akıcı tempo bekliyorsanız uzak durun derim. Şahsen ben okurken sıkıldım. Ayrıca kitabın çoğu yerinde amatörlüğün izlerini görebiliyorsunuz. İkinci cinayet ve çözümü akıllıcaydı fakat katilin farklı biri çıkması kuşkusuz kitabı daha çok sevdirirdi. Katilin bulunmasına sevinemiyorsunuz; dram devam ediyor ama beni burada rahatsız eden dramın sürmesi değil, olayın ajitasyon kokması. Bir de üstüne kitabın güçlünün yanında konumlandığını düşündürmesi...

1 Eylül 2013 Pazar

Şehir ve Şehir - China Mieville

Hugo, Dünya Fantezi, Nebula ve Arthur C. Clarke ödüllerini kazanan Şehir ve Şehir, yazarı Mieville tarafından tuhaf kurgu olarak tanımlanmaktadır.
İki komşu şehrin hikayesi bir cinayet ekseninde anlatılmaktadır. Müfettiş Borlu Beszel şehrinde bulunan kadın cesedinin kimliğini soruşturmaktadır. Yaptığı araştırmalar onu komşu/bitişik/iç içe olan diğer şehre Ul Qoma'ya yönlendirir. Birbirinden sadece katı sınırlarla değil öğrenme yoluyla algıların değiştirilmesi ile de ayrılan Beszel ve Ul Qoma arasında ihlal yapmak ciddi bir suçtur. Giyim tarzları ve renkleri ile ayrışan kentliler küçük yaşlardan itibaren yanıbaşlarında olan diğer şehrin mensuplarını görmemeyi öğrenirler. Aslında harita üzerinde aynı mahallede bitişik binalarda oturan insanlar sırf farklı şehir sınırları içerisinde oldukları için birbirlerinden habersizdirler. Müfettiş Borlu ipuçlarının peşinde diğer şehre Ul Qoma'ya geçmek durumunda kalınca tüm algılarını değiştirmek ve bunu nasıl yapacağını öğrenmek zorunda kalır. Ölen kadının iki şehri araştırıp bunlar üzerine doktora yapan bir öğrenci olduğu ortaya çıkar. Yaptığı araştırmalarda üçüncü bir şehir olan Orciny'nin varlığına dair izler bulan kadın tehlikeli sulara girmiştir. Borlu kadının ölmeden önceki yaşamının izini sürerken iki şehrin birleşmesini isteyen ve istemeyen çeşitli gruplarla karşılaşacaktır.
Kitabın tümüne hakim olan belirsizlik ve kasvet, bilinmezin peşinde olma ve her şeyin git gide daha da karmaşıklaşıyor olması kitabın çok akıcı bir şekilde okunmasını sekteye uğratsa da güçlü bir atmosfer kurarak okuyucuyu düşünmeye sevk ediyor. Çoğu zaman Kafka okuduğunuzu düşündürecek kadar benzer bir edebiyatla karşılaşıyorsunuz. Haliyle kuru kuruya okumaktan ziyade şehirlerin sembolizmi üzerine kafa yoruyorsunuz. Bölünmüş şehir deyince birçok şehrin içinden akla ilk olarak ünlü duvarıyla Berlin geliyor. Kuşbakışı yan yana olanların arasında yasal uzaklıkların bulunması akla sınır şehirlerini/köylerini getiriyor.
Kanımca üçüncü şehir Orciny'nin ortaya çıkması ve burası ile İlluminati arasında bağlantı kurulması ise sembolizmi günümüzün modern yaşantısında aramak gerektiğine işaret ediyor. Körelen algılar ile yanıbaşındakini göremeyen insanlarla çepeçevre olduğumuzu düşünürsek bu yorum gayet mantıklı. Bir de ortalarda görünmeden karar alanlar, kitleleri yönlendirmeye çalışanlar ve bu konu üzerine araştırma yapmaya kalkanları yok etmek için mafyalaşmış radikal gruplarla iş birliği yapmaktan çekinmeyenler... Gücü elinde bulunduran bir nevi polis üstü bir grup İhlalciler. Az çok her devlete uyum sağlayan ve üstüne üstlük küresel olarak da çalışan bir yapı kısacası...
Kafka sevenlere gözü kapalı tavsiye edilebilecek bir kitap "Şehir ve Şehir".

13 Ağustos 2013 Salı

Bağlantı - M. T. Anderson

Orijinal ismi Feed olan 2002 tarihli Bağlantı kitabı, ABD Ulusal Kitap Ödülü finalistlerinden biri olup, Bağlantı'ya direnen herkese adanmıştır.

Kitaptaki tanımı ile bağlantı günümüz internet bağlantısının beynin içindeki halidir. Aynı zamanda bilgisayar da olan bağlantı, beynin işlevlerinin de bağlı olduğu bir santral gibi çalışır. Bu yeni dünyada şu an AVM'ye girer girmez telefonumuza yağan mesajlar kafa içinde yankılanmakta, insanlar birbiriyle yan yanayken bile konuşmayıp birbirlerine sohbet açmakta, sessizliğin hakim olduğu diskoda frekansını ayarlayan herkes, müziği duyup dans etmektedir. Arabaların yerini havada uçan uçtaşıtlar, popüler tatil beldelerinin yerini gezegenler ve Ay, kesilen ağaçların yerini ise daha verimli olduğu iddia edilen hava fabrikaları almıştır.

Gençlik edebiyatı alanında ün yapan yazar Matthew Tobin Anderson, kitabı bir grup gencin üzerinden, özelde de anlatıcı genç çocuk ile kız arkadaşı Violet üzerinden anlatmaktadır. Anlatıcı çocuk eğlenceden başka şey düşünmeyen, aklı havada arkadaşları ile tatile gider ve orada tuhaf ve akıllı Violet ile tanışır. Farklı koşullarda büyüyen ve hem diğerleri gibi olma özlemi duyup hem de aptallıkları yüzünden onları küçümseyen ve aptallıklarını çocukların yüzlerine vurmaktan çekinmeyen Violet, grubun kalanı ile anlaşamasa da anlatıcı çocuk ile çıkmaya başlar. Violet, bağlantıya bağımlı olarak ve onu aldatmaya çalışarak kendi direnişinin ikilemini yaşamaktadır. Ayda karşılaştıkları bir bilgisayar korsanı ile olayların akışı değişir.

Dünya düzeni hiç değişmemiştir. Bağlantı sahibi olmak için yeteri kadar parası olmayanlar, bir bakıma kendini dışlanmış hisseder. Sonradan takılan bağlantılar güvenli değildir. Hali vakti yerinde doğmayan için hayat zordur. Bağlantılı doğanlar ise bağlantıyı kullanmaktan beyinlerini kullanmaya fırsat bulamazlar.

İlk olarak kitabın baskısı ile ilgili şunu belirtmeden geçemeyeceğim; boyutları, yazı fontu ve düzenlemesi ile insanda okuma isteği uyandıran çok sevimli bir kitap. İçi içinse aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Hayli ilginç olan konusunun yarattığı beklentileri karşılamıyor kanımca. Bölümler kısa kısa olmasa biraz zor okunur bile diyebilirim. Dili de gençlerin ağzından yazıldığı için sürekli "...falan oldum, inanmoyoromya, car car car" gibi deyişler içeriyor ki ben pek hazzetmedim. Kafa içinde bağlantı meselesi akla ister istemez Zeitgeist filminde iddia edilen beyne çip mevzusunu getiriyor. Kitabın anlamı da -bir uyarı mı yoksa bir normalleştirme çabası mı olduğu- muğlaklaşıyor.



31 Temmuz 2013 Çarşamba

Alıklar Birliği - John Kennedy Toole


Alıklar Birliği, hayatımda okuduğum kitapların en iyilerinden biri. Üstelik de Pulitzer ödülü tescilli. Kitabın başında basımının ilginç öyküsü anlatılmış. Bir gün bir kadın gelir ve ölen oğlunun kitabını el yazmalarını okutmak ister. Yayıncının uğraşmak istediği en son insan tipidir. Çünkü daha önce sayısız kere böyle insanlarla uğraşmıştır ve her biri de çocuklarının muhteşem yazdığını düşünen annelerdir. Bu seferki ise başkadır. Kitap hakikaten çok iyidir. Ne yazık ki yazarı intihar etmiştir ve başka bir kitap daha yazamayacaktır.

Böylelikle efsanevi roman karakteri Ignatius Reilly okurlarla buluşur ve yazarı öldükten sonra Pulitzer alan ilk kitap olarak, Alıklar Birliği, adını edebiyat tarihine yazdırır. Roman New Orleans'ta geçmektedir ve New Orleanslılar için Ignatius Reilly şehrin simgelerinden birisi haline gelir. Şehirde karakterin kendisi gibi devasa bir heykeli bulunmaktadır. 

Kitap inanılmaz eğlenceli, bir yandan okudum bir yandan güldüm desem yeridir. Ignatius annesiyle birlite yaşayan otuz yaşlarında tombulca bir gençtir. Üniversite okumuş entelektüellik seviyesi yüksek biri olmasına rağmen çalışmayıp evde televizyon izlemeyi seçmiştir. Ama annesi dayanamaz ve Ignatius'tan iş bulmasını ister. Böylece Ignatius'un maceraları başlar: Levi Pantoları, seyyar sosis arabası gibi her biri ilginç ve komik iş maceraları. Bu arada Ignatius'un peşine bir de polis takılır: Angelo. Kitabın başından beri ufak da olsa bir yerde adı geçen karakterlerler gitgide anlatının parçaları haline gelirler ve olaylar bir şekilde birbirine bağlanır. Ignatius'un annesi Angelo'nun halasıyla takılmaya başlar. Igantius yeşil şapkasıyla gitgide efsaneleşir. Kız arkadaşı olaylara yazdığı mektuplarla dahil olur. 

Okuduktan sonra Ignatius'un sürekli kullandığı kırbaçlanmalı lafı dile dolanabiliyor. Mutlaka okuyun, değecek…

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Sesler - Arnaldur Indrıdason


Öncelikle ilk defa İzlanda'da geçen bir kitap okuduğumu belirteyim. Sjon'ün Mavi Tilki'sini gözüme kestirmiştim bir ara ama hala okumaya fırsat bulamadım. Kitap İzlanda'da geçince isimler de bir hayli değişik geliyor. Neyse ki isimler 2010'da patlayan volkan Eyjafjallajökull'un ismi kadar karmaşık değiller.
Kitabın konusu kısaca şöyledir: İzlanda Reykjavik'te büyük bir otelde Noel öncesi otelin aynı zamanda kapıcısı olan Noel babası öldürülmüştür. Erlendur, Elinborg ver Sigurdur Oli'den oluşan ekip cinayeti aydınlatmaya çalışır.

Soruşturmayı üstlenen Erlendur hayatı sarpa sarmış orta yaşlı bir erkek polistir. Davayla uğraşırken otele yerleşir. Hem geçmişiyle yüzleşir, hem de kızıyla arasını düzeltmeye çalışır. Elinborg, kadın dedektif, bu dava dışında şiddet görmüş çocuk davasına da bakar. Böylelikle sadece masal şehri gibi düşünülen İzlanda'da çocuk şiddetinin yıkıcı boyutları gözler önüne serilir. 

Esasında hakkında çok da şey bilmediğim İzlanda hakkındaki fikirlerim, kitabı okuduktan sonra  bayağı değişti. Ama negatif anlamda. Her şeyin güllük gülistanlık olacağını düşündüğüm bu ülkenin tablosu kitabın satır aralarına gizlenen ayrıntılar ile gerçekçi bir tona geldi. Tabi ki bu kurmaca bir kitap amma velakin anlattığı şeylerin bazıları maalesef ki kurmaca değil. Erlendur'un kızı Eva Lind'in geçmişinde uyuşturucu bağımlısı olması ve parasını fuhuş yaparak çıkartması; Erlendur'un bunu kanıksaması hayli enterasandı. Kitapta İzlanda hukuk sistemine atılan taşlar da az buz değildi. Tecavüz suçunun cezasının bir buçuk yıl olmasının, mağduru şikayetçi olmaktan korkutarak vazgeçirmesi gerçekten moral bozucuydu. En azından bizdeki gibi evlendirmeye çalışmıyorlar denebilir tabi. Kötünün kötüsü var.

Kitabı çok sevdim ben. Ölen Noel babanın geçmişi de çok acıklı. Çocuk yıldız olmanın zorlukları, aile baskısı, vs. Kitabı okuduktan sonra büyüdüğünde başarılı olan çocuk yıldız var mı diye düşündüm. Natalie Portman'dan başkası gelmedi aklıma. (Drew Barrymore'u saymıyorum. Bence onun öyküsü de trajik.) Zavallı çocukların psikolojisi nasıl harap oluyor çok güzel anlatmış. Çocuğunu ünlü edip onun sırtından para kazanmaya çalışanlar, ya da ileride ünlü olup hayatı kurtulsun diye düşünenler çocuklarına ne kadar büyük kötülük yaptıklarının farkındalar mı acaba?

Erlendur'un da geçmişinde trajedi var. Karakterler kayıp ve yaralı. Ölen Noel babanın ablası da bu mağduriyetten nasibini alanlardan. Kitapta pek pozitif bir şey yok gibi görünse de öyle iç karartan bir kitap değil. Bir de Erlendur'un sorgu şekli hayli ilginç. Sorularını damdan düşer gibi soruyor. Bana komik geldi. 

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Redhack - Orhan Gökdemir

Tam adıyla Sanal Alemin Klavyeli Asileri REDHACK kitabı, özellikle Gezi olayları ile birlikte ismi daha büyük kitlelerce tanınan Redhack grubunu tanıtıp, anlatırken sanal dünya savaşlarına dair ilginç bilgiler de içeriyor.
Kızıl Hackerlar manifesto olarak Bizim Aile filminden Münir Özkul'un bir repliğini kullanıyor ve kendilerini ezilenin, hakkı yenenin yanında haksızların, ezenlerin karşısında konumlandırıyor. Kitap hackerlığın tarihi ile Redhack'ın yaptıklarını anlatarak devam ediyor.
Kelime anlamı sistem kıran anlamına gelen hackerlık, beyaz hackerlık (şahsi çıkar amacı gütmeden, keşif ya da kendini ispat amaçlı yapılan hackerlık) ve siyah hackerlık (kazanç elde etme amaçlı yapılan) olmak üzere ikiye ayrılıyor. Hackerlık sadece kişilerce değil hükümetlerde de istihbarat amaçlı yapılıyor. Hükümetler birbirlerine siber savaş ilan edebiliyor, gizlice istihbarat sistemlerine sızmaya çalışabiliyorlar. Örnek olarak CIA ve MOSSAD tarafından "dost" ülkelere sunulan Promis isimli yazılım veriliyor. MİT'in de kullandığı bu yazılım kullanıcının bilgilerini CIA ve MOSSAD'a açan gizli bir pencere içeriyor.
1997 yılında kurulan Redhack, 2012 yılı başında şifresi '123456' olan Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün sayfasını KESK üyelerine uygulanan polis şiddetini protesto etmek için hackleyince Türkiye Redhack ile tanıştı. Bilişim suçlarıyla ilgili savcılık Redhack üyesi olduğu gerekçesiyle yedi kişiyi tutukladı. Tutuklananların Redhack üyesi olmadığını açıklayan topluluk, tutukluların serbest kalması için birçok siteyi hackledi.
İ. Melih Gökçek'in, Fethullah Gülen'in, THY'nin ve adaletsizlik yaptığını düşündükleri daha birçok siteyi Ddos saldırısı (Sunucuya karşılayabileceğinden fazla talep göndererek sitenin kendi kendini kapatmasını sağlamak) ile çökerten Redhack, üniversitelerde yapılan yolsuzluklara ilişkin soruşturma dosyalarını da kamuoyu ile paylaştı. YÖK belgelerin gizliliğinin ihlal edildiğini ve soruşturmaların sonuçlanmamasına rağmen kişileri töhmet altında bıraktığını iddia ederek Redhack aleyhine dava açtı. Redhack'in en önemli özelliklerinden birisi de eline geçirdiği belgeleri bir an önce yayınlamasıdır.    
Bütün kitabı anlatmadan burada kesiyorum. Redhack'in felsefesini öğrenmek, grubu tanımak isteyenlerin okumasında fayda var. Yalnız kitapta çok fazla tekrar yapılmış, bu yüzden gözden geçirilmiş bir baskı yapmak muhakkak gerekli.
Benim kitapta en çok sevdiğim deyiş ise Redhack'in çökerttiği sitelere koyduğu şu sözler oldu: Nush ile uslanmayanın hakkı tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı Redhack'tir!





29 Haziran 2013 Cumartesi

Çıkış - Natsuo Kirino

Daha önce Grotesk romanını okuduğum Natsuo Kirino'nun Çıkış kitabı 1998 Japon Gerilim Ödülü'nü almış. Kitaplarında kadınlar dünyasını çok güzel anlatan Kirino'nun kadın olduğunu öğrenmek beni mutlu etti.

Çıkış kitabı için gerilim kitabı dense de bana kalırsa kanlı sahneler dışında kitap gerçekçi sosyopolitik bir roman. Dört Japon kadının kasvetli ve gerçekçi dünyası titizlikle işlenmiş. Karakterler kanlı canlı.

Masako, Yoshie, Yayoi ve Kuniko bir yemek fabrikasında gece vardiyasında çalışan dar gelirli dört kadındır. Masako, grubun en baskın karakteri olup, hiç konuşmayan ergen oğlu ve içine kapanmış kocası ile hiç iletişim kurmadan yaşayan bir kadındır. Çok yalnızdır, eski işinde hayal kırıklığına uğramıştır; vasıflı olmasına rağmen fabrika işinde çalışmasının nedeni bu hayal kırıklığıdır. Kitaptaki olayları olduğu noktaya getiren biraz kaderse biraz da Masako'nun iradesi ve çıkış arayışıdır. Yoshie, nam-ı diğer Kaptan en tecrübeli fabrika çalışanı olması dolayısıyla kaptan lakabını almıştır. İçlerinde en yaşlıları odur. Ölen eşinin ardından evin geçim sorumluluğu yetmezmiş gibi ergen ve yoldan çıkmaya hazır bir kız, yatalak kayınvalide ve sonradan ortaya çıkan büyük kızı ve torunu ile uğraşmaktadır. Kendisine yazıktır, günahtır. Yayoi çok güzeldir ama eşinin şiddetine maruz kalır ve hayırsız kocasının biriktirdikleri tüm parayı kumara harcadığını öğrenir. Kitabın kanlı kısmı işte bu durumla bir hayli alakalı. Kuniko ise marka düşkünü, özentinin biridir. Üstü açık Golf marka arabaya bindiği için tüm kitap boyunca kınanır. Japon markası olmayan arabalara binmek pek hoş karşılanmaz ya da bu arabalar pahalı oldukları için aşırı dikkat çeker. Gırtlağına kadar borca batmış olan Kuniko kitabın en itici karakteridir.

Ataerkil bir toplum olan Japon toplumunun kadınlara yüklediği dağ gibi görevler vardır. Ailenin düzenini kadın sürdürür. Çocuk, hasta bakımı, eve ekmek getirmek hep kadının omuzlarındadır. Bu yükle başa çıkmaya çalışan kadınlar çareyi geceleri çalışarak, düzenin devam etmesini sağlamada ve  kendi düzenlerini bu uğurda feda etmede bulmuşlardır. Böylelikle hem eşlerine, hem çocuklarına, hem hasta yakınlarına bakabilecekler, hem de evin işini, alışverişini yapabileceklerdir. Velhasıl gelişmiş göründüğüne bakmayın Japonya'da kadın olmak hiç kolay değildir. Tüm bu sorumluluk yükü üstüne iyi eş olmak için çabalayanlar bir de üstüne teşekkür mahiyetinde şiddete maruz kalırlar. İş hayatında hayal kırıklığına uğrayan Masako'nun senelerini verdiği şirkette yükselememesinin tek nedeni kadın olmasıdır. Kısa bir not düşeyim burada: Amelie Nothomb'un Japon iş hayatını anlattığı kitabı Kıran Kırana' da da odakta kadınlar vardır; güzel kitaptır.

Kitabın erkek karakteri Satake ise edebiyata kattığı aşk tanımı ile psikopatlığın sınırlarında gezmektedir. Bu bir katil kim kitabı değil Hitchcock tarzı katili biliyorum ama yakalanacak mı? kitabıdır. Katil ve yardımcılarının paçayı kurtarmasını istediğimiz bir kitaptır.

Ben kitabı çok sevdim yalnız belirteyim herkesin beğeneceği bir kitap değildir. Depresifliğin ve psikopatlığın uçlarında gezmektedir.

Caroline - Cornelius Medvei

Alt başlığı Bir Gizem Hikayesi olan Caroline, kitabın yazan kişinin bir arkadaşının babasının anılarını anlatıyor. Babası vefat eden arkadaş bir gün çıkagelip yazardan babasının enteresan hikayesini anlatmasını istiyor; ne isim vereceğini bilemeyen yazar da bir gizem hikayesi diyerek çıkıyor işin içinden.

Kitap bir adamla (yani vefat eden baba), dişi bir eşeğin dostluğunu anlatıyor. Ailece gidilen tatilde rastladığı eşekten büyülenen baba eşeği satın alıp eve getirir. Üstelik de ailenin geri kalanını araba ile yollayıp kendi eşekle birlikte bütün yolu yürüyerek. Evcil hayvan olarak eşek beslemeye başlayan baba bir süre sonra çevresi tarafından da kabullenilir. İşi abartıp bir gün iş yerine eşekle gider. Caroline ismini verdiği eşek diğer eşeklere benzemez, çok akıllıdır, satranç oynar hatta ofis hayatına alışır ve adamın yerine işe gider. Kitap boyunca akıl almaz gariplikler olur fakat bunlar bir süre sonra normalleşerek rutin hayatın bir parçası haline gelir. Kitapta saçmayı ya da absürdü tanımlayan, insanları belirli normlar içinde yaşamaya zorlayan normallik/modernlik sorgulanır daha doğrusu baştan inşa edilir.

Kitap doğu ve batı kültür çatışmasını güzel örnekler. Doğu kültüründen gelen biri için tüm hikaye tamamen olağan ve normal iken bir batılı için absürdlüklerden ibaret olabilir. Yıllar önce Almancı vatandaşlarımızdan biri benzer bir şey yaşamış ve yadırganmıştı. Halbuki Anadolu'da şehirler arası otobüslerde rahatlıkla kümes hayvanlarına rastlayabilirsiniz. Batılı lokantaya gider köpeğini yanında götürür, yolda gezdirir, trene, otobüse bindirir. Aslında arada fark yoktur; kendini merkeze alıp, bu eksende bir normallik tanımı yapmadığınız müddetçe.

Kitabın son sayfasından kitabı özetleyen bir paragraf ile bitireyim:
"Büyük alışveriş merkezlerinin olduğu, sürekli camlarının parlatıldığı, bankaların sıralandığı caddede bile, iplere çamaşırların dizildiği, gaz şişelerinin yerlerde gezdiği, tozlu ağaçların yerlere eğildiği ara sokaklar vardı. Şehrin her yerinde böyle sokaklar vardı ama burada, trafik ışıklarının ortasında, bir nehir gibi akan insanların içinde, dükkanların neon ışıkları altında aradaki fark oldukça belirginleşiyordu ve kendinizi sanki başka bir dünyanın kapısı önündeymiş gibi hissedebiliyordunuz. Bu nedenle, sanki eski bir hikayenin bir parçası gibi, aniden bir sokaktan eşeğiyle yürüyen bir insanın çıkması ve kendini trafiğin içinde bulması oldukça normal sayılabilirdi."

9 Mayıs 2013 Perşembe

Engereğin Gözü - Zülfü Livaneli

Zülfü Livaneli'nin uzun zamandır okumayı düşündüğüm kitabını sonunda okudum ama ismi Engereğin Gözündeki Kamaşma idi. Bitireli henüz iki gün olmuştu, kitapçıda Engereğin Gözü'nü gördüm. Baktım içleri aynı. Birkaç gravür var içinde, resimlerden tanıdım. Meğer kitabın adı akılda zor kalıyor diye Livaneli kitabın adını kısaltmış. Sanatçının eseri üzerinde değişiklik yapma hakkının sürdüğünü söylemiş kitabın bir yerinde. Kitabın sonunda Livaneli ile bir röportaj yapılmış: Kendisi kitabın tarihi bir roman olmadığını fakat tarihi dekor olarak kullanan bir roman olduğunu belirtmiş.

Kitabın başında cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye'ye sığınan Alman profesör bulduğu el yazmalarını çevirmeye karar verir. Kitap el yazmalarında anlatılanlardan oluşur. Habeşistan'dan gelen hadımağadan sultanların, valide sultanın, vezirlerin ve kendisinin öyküsünü dinleriz. İktidar uğruna yapılanlar, Osmanlı İmparatorluğu zamanında hem sarayda hem de dışarıda yaşanan şiddet, en kanlı korku filmlerini aratmayacak niteliktedir. Bu şiddetten sadece şehzadeler değil sultanlar bile payını almaktadır. Kimin ne zaman gücü eline geçireceğinin belli olmadığı ortamda en önemli şey, gelişmeleri takip edip, ana göre tavır değiştirebilip uyum sağlayabilmektir. Hadımağa bu şekilde hayatta kalabilmiştir. Sarayda kimsenin garantisi yoktur: An gelir imparatorluğa hükmeden bir anda aciz birine dönüşüverir. Bu kaygan zemindeki gelgitleri yazar hadımağanın psikolojisi üzerinden anlatmıştır. Kitaba psikolojik roman demek herhalde yanlış olmaz. Entrikaların döndüğü saray ortamını güzel betimlemiş. Haremi güzel bir yer zannedenlere haremin iç dünyasını çok iyi özetlemiş . Çok uzun olmayan ama yoğun ve insanı sarıp başka bir dünyaya götüren bu kitabı okuyun. Osmanlı dönemindeki yönetimsel karmaşa ise her bir sultan ile farklı bir boyut kazanan ayrı birer araştırma konusu...

5 Mayıs 2013 Pazar

Sisle Gelen yolcu - Jean-Christophe Grange

Senelerdir çok satan kitap listelerinin üst sıralarından inmeyen, kitaplarının filmleri çekilen Grange'in bugüne dek hiçbir kitabını okumamıştım. Stephen King okurken kitabın sonunda yaşadığım  saçma bir sonla karşılaşmanın yarattığı tüm kitabı boşa okumuş hissi oluşacak diye pek yanaşmıyordum. Bir de filmi çekilen kitapları kısa yoldan öğrenme tembelliği ile bugüne kadar kaldı. Bir arkadaşımın tavsiyesi ile bir ara okurum diye listeme almıştım. Kısmet Sisle Gelen Yolcu'yaymış.

Kitapla ilgili çok fazla yazmak istemiyorum çünkü sürprizlerle ilerleyen bir kitap. Mitolojik öykülere özenen bir cinayet işlenir. Çetin ceviz Anais cinayeti soruşturmakla görevlendirilir. Bu arada hafızasını kaybetmiş bir adam üstü başı kanlı halde psikiyatri merkezine getirilir. Psikiyatrist Mathias Freire adamın hafızasını kazanmasına yardımcı olmaya çalışırken, baş şüpheli konumundaki adamı korumaya da çalışır. Ve olaylar birbirini izler. Ortaya çıkan her bilgi olayı daha da karmaşık bir hale getirir. Son sayfada her şey açıklandığından mantıklı bir şekilde her şey bir sonuca bağlanıyor ve havada asılı bir şey kalmıyor. Klasik anlamda bir gerilim kitabı ve tür kitabı sevenlerin hoşuna gider diye düşünüyorum.

Kitap tüm gizemini son sayfalara kadar koruduğu için heyecanlı ilerleyiş hiç bitmiyor ve tempo hiç düşmüyor. Grange'in anlatımı ustaca, dili kullanımı iyi. Ben kitabı çok beğendim. Tavsiye ederim...

Yokyer - Neil Gaiman

Londra'da kendi halinde yaşayan Richard Mayhew''un hayatı bir anda kötü gitmeye başlar; işi, sevgilisiyle ilişkisi mahvolmaya başladığı anda bir kıza yardım eder. Door isimli kız aşağı Londra'ya aittir ve Richard'ın da Aşağı Londra ile tanışmasına vesile olur. Daha doğrusu kendini bir anda Aşağı Londra'da bulan Richard tekrar eski yaşantısına ve Yukarı Londra'ya dönmek için Door'un yardımına ihtiyaç duymaktadır. Ama önce Door'a yardım etmesi gerekmektedir.

Aşağı Londra, Yukarı Londra'nın altında pisliğin, çamurun, türlü türlü mahluğun bulunduğu, Yukarı Londralıların göremediği tuhaf bir fantastik dünyadır. Karanlıktır, iğrençtir ama bir çizgi film korkunçluğudur bu, yükseklerden düşüp ölmeyen çizgi film karakterlerini anımsatır. Karanlık ve gizemli karakterleri var kitabın. Okurken ayrıntılar gözünüzde canlanıyor. Fantastik bir dünyada ilerleyen bir macera.

Coraline çizgi filmini çok beğenen ben hemen bir Neil Gaiman okumalıyım diyerek ve kapağını  ile
konusunu beğenerek aldım Yokyer''i. Kötü bir kitap değil, atmosferi filan gayet başarılı ama Coraline kadar iyi bulmadım. Tabi bunda Coraline'i çizgi film olarak izlemiş olmamın etkisi olabilir.

21 Nisan 2013 Pazar

Uçan Şato-Diana Wynne Jones

Howl'un Yürüyen Şatosu'nun yazarının bir sonraki kitabı olan Uçan Şato önceki kitapla bağlantılı güzel ve akıcı bir masal.

Binbirgece Masalları'nı çokça hatırlatan bir atmosfer ve karakterlere sahip. Halı tüccarının hayalperest oğlu Abdullah kendini bir prens olarak hayal eder. Bir gün dükkanına gelip ona büyülü ve uçabilen bir halı satan adam Abdullah'ın kaderini değiştirecektir. Belki de kaderini yaşamasına yardımcı olacaktır demek daha doğru çünkü herkesin yazılmış bir yazgısı vardır ve Abdullah bilmese de kendisi için de bir kehanette bulunulmuştur. Abdullah hayallerine doğru yol alır. Büyülerin, cinlerin eksik olmadığı kitapta dilekleri gerçekleştirmekle yükümlü cin dilekleri mahvetmek için elinden geleni ardında koymamaktadır. Abdullah hayallerinin prensesi Gece Çiçeği'ni kötü cinden kurtarmak için atıldığı macerada yanında her şeyi mahveden cin ile bir asker ile çeşitli maceralar yaşar. Kitabın sonlarında Howl ve Sophie'de ortaya çıkar.

Keyifli bir kitap, tavsiye ederim.

15 Nisan 2013 Pazartesi

Dört Mevsim - Laurel Corona

Dört Mevsim, 18. yüzyılda Venedik'te öksüz ve yetim kızların kaldığı Pieta'da yetişen Maddalena ile Chiaretta adlı iki kız kardeşin hayatını anlatıyor. Abla Maddalena keman çalmaya aşıktır bir de onu keman çalmaya teşvik eden ve ondaki cevheri gören Vivaldi'ye. Ama bu umutsuz bir aşktır. Çünkü Vivaldi bir müzik adamıdır ama aynı zamanda bir rahiptir. Kardeş Chiaretta ise şarkı söylemeyi seven muhteşem bir sesi bunun yanı sıra çekiciliği de olan bir kızdır. Pieta'da kızları iki seçeneği vardır, ya evlenirler ya da rahibe olurlar, çok azı kendine koroda yer bulabilir. Kızkardeşler kaderin kendilerine verdiği sınırlı imkanları zorlayarak mutlu olmaya çalışırlar.

Bu arada biz de Venedik'in gündelik yaşamına dair bilgiler ediniriz. Evlilik demek anladığımız anlamda iki kişilik bir müessese değildir, tam tersine özgürlüğe açılan bir kapıdır. Pieta'ya sürekli yardım yapan zenginler de bunu hayrına değil, gayri meşru çocuklarının bakımı için yapmaktadır. Katı kuralların hüküm sürdüğü Pieta günahları temize çekilip aklandığı bir yerdir aslında. Evli kadınlarında bir aşığı, birkaç tane de kavalyesi olması gayet normaldir ve eşler tarafından teşvik bile edilir.

Biri evlilik hayatında diğeri ise manastırımsı bir ortamda aşklarını yaşamaya tutkularının peşinde koşmaya çalışan güçlü kadınların öyküsü...Vivaldi'nin ölümsüz eseri Dört Mevsim'in nasıl ortaya çıktığına dair ortaya koyduğu hikayesi de artısı...

Bayan Ölüm Chat Odasında - Irina Denezkina

1981 doğumlu Rus yazar Irina Denezkina'nın öyküleri Rusya Ulusal Bestseller Ödülü'ne layık görülmüş aynı zamanda Almanca'ya çevrilmiş. Bizde de Bayan Ölüm Chat Odasında İnkılap Yayınları'ndan çıkmış zamanında ama içeriğiyle alakası olmayan bir kapak yapmışlar ki ben pek hoşlanmadım; onu koymak yerine Rusça başka bir kapak buldum, koydum. Kitap kısa 10 öyküden oluşuyor. Yeraltı edebiyatı severlere göre. Punkçıların hayatı diyebiliriz. Yeniyetme asilerin ilişkileri, hayal kırıklıkları, arkadaşlıkları...Yalnız bazı öykülerde öyle çok karakter kullanmış ki zaten isimleri Rusça olan karakterlerin cinsiyetini bile anlamakta zorlandım. En çok Vasya öyküsünü beğendim. Kitabın tümünden farklı bir yerde durmasına rağmen genel havası ile uyum sağlamış fantastik fakat şiddet yüklü bir öykü. Küçük Vasya'nın acıklı dünyasındaki zaferini anlatıyor. İçerdiği şiddeti Domuzları Tekmeleyen Çocuk'u anımsattı, ama Vasya ondan kat kat daha güzel kanımca.

Sinestezya - Jeffrey Moore

Sinestezi, kelime anlamı "birleşik duyu" olan, bir duyu uyarımının başka bir duyu organını uyarması durumuna verilen ad. Örneğin sesleri renk olarak algılıyorsanız, sinesteziksiniz demek oluyor. Isaac Newton, evrimci Charles Darwin'in ilim irfan sahibi, bilim insanı dedesi Erasmus Darwin ünlü sinesteziklerden.
İş duyular olunca sinestezinin sanatta yansımaları olması kaçınılmazdır. Yalnız şu ayrımı yapmak gerekir: Sinesteziklerin algılarına göre oluşturduğu sanat eserleri ve normal sanat izleyicisinde sinestezik çağrışımlar uyandırmak üzere kurgulanmış sanat eserleri. İlkine örnek sanatçı ve sinestezik Carol Steen'i verebiliriz. İkinci duruma örnek ise soyut resmin ekolü Wassily Kandinsky'yi örnek verebiliriz. Kendisi resme bakanın ruhunda renkler ve formlarla müzik notalarının yarattığına benzer etkiler yaratmayı amaçlamıştır. Sinestezinin edebiyattaki yansımalarına en ünlü örnekler ise romanda Nabokov, şiirde Rimbaud denebilir. Nabokov'un doğuştan sinestezik lakin Rimbaud'un sinestezik olduğuna dair bir bilgi bulunmadığından ondaki algı karışmasının absinthe ile ilgili olması kuvvetle muhtemel görünüyor.

Bu uzun girizgahtan sonra gelelim kitabın konusuna. Noel Burun bir sinesteziktir. Babasından kalan laboratuvarda takılmakta, bir yandan da kitabın anlatıcısı Dr. Vorta için çalışmaktadır. Eğitimi annesinin alzheimer olması ile yarıda kalmıştır ve annesine bakmak için onun yanına taşınarak ona uygun bir düzeni benimsemiştir. Arkadaşı Norval, Noel'in çok benzeyen ama onun yakışıklı ve çekici versiyonudur. Dr. Vorta'nın kliniğinde tanışmış arkadaş olmuşlardır. Norval üzerinde çalıştığı sanat projesini vaktinde tamamlarsa para alacaktır bunun için alfabedeki sıraya uyarak isimlerinin başharflerine göre kadınlarla tek seferlik ilişkiler yaşamakta bir daha da onları aramamaktadır. Derken ortya iki karakter daha çıkar. Biri çılgın Tyler Durdenımsı enteresan bilgilere sahip yarı deli JJ, diğeri eski sinema yıldızı İranlı Samira'dır. Norval projesinde S harfine gelmiştir, Samira Norval'a ilgi duymakta ama projesinden dolayı endişelenmektedir, Noel abayı Semira'ya yakmıştır, JJ ise postu Noel'in evine sermiştir. Hep birlikte Noel'in annesini hafızasına kavuşturmak için el ele verirler.

Aman aman süper bir kitap olmasa da bir şekilde okunabilen bir kitap. En sevdiğim yanı kendi kendiyle dalga geçebilmesi ve foyasını açık edebilme cesareti idi. Aşk sarhoşu diye bir film vardı geçen sene. Zaten tür olarak romantik duygusal film sevmeyen bana resmen işkence olmuştu. Şimdi film ne alaka derseniz, o filmle ilgili en önemli şey artık alttan alta verilen reklamın burada resmen gözümüze sokulmasıydı. Pfizer kendine upuzun bir reklam filmi çekmiş de vizyona sokmuştu sanki. Ve film parkinson hastalığı hakkındaydı. Buradaki benzerlik ise kitap boyunca yinelenen alzheimer değil, onun yerine kendi kendine açıkça belirttiği gibi Maxwell house kahvelerinin reklamını kör parmağım gözüne yapması. Buna karşın kitabı ana konusunun ilaç şirketlerinin işe yaramaz olduğu ve bitkilerle yapılan doğru karışımlarla mucizeler yaratılabileceği olması da ilginç.

JJ'in kitap basım serüveni kitabın en sevdiğim yeriydi. Kitabı hiçbir yerde basılmayan sürekli reddedilen JJ sonunda bankadan kredi çekip kitabını kendi basmaya karar verir. Bir halkla ilişkiler parodisi olarak tanımladığı kitabın arka kapak yazıları beni benden aldı. Yayınevi izin vermediği için alıntı yapamayacağım ama merak eden 206-207. sayfalardan okuyabilir. (JJ'in soyadı Yelle bu arada.) Aile üyelerinin övgülerinin yer aldığı yazılar ile banka kredi yetkilisinin temennisi okumak gerekiyor:)

Son kısımdaki Noel'in tv'deki bilgi yarışmasına katılması ise bana direk Anthony Burgess'in Bir Elin Sesi Var'daki fotoğrafik hafızalı karakterini hatırlattı. Güzel kitaptı o da.
Bu arada son bir not kapak gayet başarılı olmuş, insana enerji veriyor, yapanın eline sağlık...

5 Nisan 2013 Cuma

Ustaparmak - Sarah Waters

2002 yılında yayımlanıp, Man Booker ile sadece kadın yazarlara verilen ve 2012'den sonra ismi Women's Prize for Fiction olarak değişen Orange Prize'ın finalisti olan, orijinal ismiyle Fingersmith, Sarah Waters tarafından kaleme alınmıştır. Gallerli Sarah Waters romanlarında, zaman ve mekan olarak Viktorya dönemini konu alması ve lezbiyen baş karakterlere yer vermesi ile bilinmektedir. Kitap 2005 yılında BBC kanalında yayınlanan bir dizi haline getirilmiştir.

Artemis yayınlarından çıkan kitap, kapağında barındırdığı fazlaca ipucu ile romanın gidişatı ile ilgili birtakım beklentiler yaratıp tahmin etmenizi kolaylaştırıyor. Her an bir entrika beklentisi ile sayfaları çeviriyorsunuz. Bu durum yine de ilk bölümün bitiminde hayret ve merak içinde kalmanızı engelleyemiyor. Her ne kadar kitabın arka kapağında son 250 sayfa için çok heyecanlı olduğu belirtilse de kanımca sonlara doğru tempo düşüyor.

Baş karakter Susan Trinder, Bay Ibbs ve Bayan Sucksby'nin Londra'daki Lant Sokağı'ndaki evinde büyümüştür. Bay Ibbs, yankesicilerin getirdiklerini ucuza alır, Bayan Sucksby ise bebek bakıcılığı ve ticareti yapar. Dolayısıyla ev hırsızın, uğursuzun uğrak yeridir. Bebeklere ağlayınca cin vermekten çekinmeyen Bayan Sucksby Susan'ı tüm bu pislikten uzak büyütür. Ta ki bir gün Beyefendi lakaplı dolandırıcı Richard Rivers bir komploda Susan'ın yardımını cazip bir teklifle talep edene kadar. Beyefendi, kitaplarının resimlerini oluşturmak üzere anlaştığı Briar'da eski bir malikanede yaşayan varlıklı Bay Lilly'nin yeğeni Maud Lilly'nin servetine göz dikmiştir. Ölmüş annesi akıl hastası olan Maud Lilly ile evlenip, servetine ulaşınca da onu akıl hastanesine göndermeyi planlayan Beyefendi, 3000£ vaat ederek Susan'dan evlenene kadar Maud'un hizmetçiliğini yapmasını ve onu evlenmeye ikna etmede kendisine yardım etmesini ister. Susan, Maud'un saflığı karşısında hazırladıkları komplo yüzünden kendisini kötü hisseder, bir yandan da Maud'la duygusal anlamda yakınlaşır. Daha fazla anlatmadan sonra da entrikalar birbirini izler diye bitireyim.

Her ne kadar kapağı aksi gibi görünse de çok satan sabun köpüğü kitaplardan değil Ustaparmak. Kasvetli evler ve karanlık insanlar var. Dönem kitabı olması sebebiyle sanırım; bana Uğultulu Tepeler'i anımsattı.