31 Ağustos 2012 Cuma

Kafesteki Kadın - Jussi Adler Olsen

 Yeni Stieg Larsson olduğu söylenen Danimarkalı polisiye yazarı Jussi Adler Olsen'in Kafesteki Kadın kitabı, eski bir soruşturmanın sonuca ulaşmasını konu alıyor. Güzel politikacı Merete 2002 yılında bir gemi yolculuğu sırasında ortadan kaybolmuştur. 2007 yılında kapanmamış eski dosyaları araştırmak için Q şubesi kurulur. İlk ele aldıkları dosya ise Merete'nin dosyasıdır. Merete'nin cesedine ulaşılamadığı için kaçırıldığı düşünülmektedir. 

Q şubesinin başına ise Carl Morck getirilmiştir. Carl Morck, bir operasyon sırasında çalışma arkadaşlarından birini kaybetmiştir. Diğer arkadaşı ise çatışma sonrası felçli kalmıştır. Bazı kişiler ise Carl Morck'un bu işte ihmalinin olduğunu düşünmektedir. Bodrum katına atılmış Q  şubesinin Carl Morck dışındaki tek elemanı ise Suriyeli Esat'tır. Esat ayak işlerine bakmak için işe alınmıştır fakat dedektifliğe çok meraklıdır ve dosyaları okumaya çok heveslidir. Onun azmi Carl Morck'u bile gaza getirir. 

Kitap 2002 ve 2007 tarihleri arasında geçişlerle ilerliyor. 2002 yılına ait bölümler Merete'nin kaçırılması öncesinden başlayıp 2007 yılına değin ilerleyip kitabın diğer bölümlerine bağlanıyor. 

Merete'nin hapsedilmesi ve gördüğü işkenceler oldukça sıkıcı buna karşın Esat'ın bulunduğu bölümler bir hayli eğlenceli. Esat karakteri hayli ilginç; çünkü hem birey olarak ele alınmış hem de pozitif bir şekilde sunulmuş. Ben kitapta en çok bu karakteri sevdim; zaten diğer karakterler de pek iç açıcı değiller. Genelde sıkıcı hayatları olan mutsuz insanlar. 

Kitabın basit bir örgüsü var. Gerilim ise Merete'nin kimi kaçırdığı üzerine kurulmuş. Kaçırma olayının en ilginç yanı ise Merete'nin basınçlı bir odada hapsedilerek, beş senenin sonunda basınç farkı değişikliği ile öldürülmesinin planlanmış olması. Çok akıcı bir kitap olmamasına rağmen sıkıcı olduğu da söylenemez. Ama öyle elden bırakılmayacak kitaplardan hiç değil Kafesteki Kadın

Şehirleşme ve 1 Mayısla ilgili eleştirileri ise çok iyi. Sadece ülkemizde olduğunu düşündüğüm her yere bina dikme politikasının Danimarka'da da olduğunu öğrenmek ilginç oldu. Kırsal alanların şehirleşip değişmesi, şehrin sürekli büyümeye devam etmesi gibi. Biz orayı daha gelişmiş bilirdik. Üstelik nüfus artışı hızının bizim ülkemizdeki oranın yanından bile geçmediği düşünülürse.

Adler Olsen, 1 Mayıs kutlamalarında kendi gençliğini hatırlayan Carl Morck ile halkın duyarsızlığı eleştirmiş. Seneler önce çok daha tepkisel bir toplum olduklarını ama hükümetin halkı ucuz sigara ve ucuz içki ile uyuttuğunu belirtmiş. Bir polisiye romanda böyle fikirleri okumak hoşuma gitti doğrusu. 

9 Ağustos 2012 Perşembe

Ve İşimiz Bitti - Joshua Ferris

 Siren Yayınları'ndan çıkan Ve İşimiz Bitti, Chicago Magnificient Mile'a bakan gökdelenlerden birinin 60. katındaki reklam şirketinde yaşananları konu ediniyor. Çoğu örnekte gördüğümüz gibi, bu kitabın kahramanları da maaş zengini yuppieler. Ama bir farkla: Ekonomik krizin patlak vermesiyle birlikte, çalışanlar bir bir işten çıkarılmaya başlanıyor.

Joshua Ferris, alışılanın dışına çıkıp hikayeyi birinci tekil ya da üçüncü tekil şahsın ağzından anlatmak yerine birinci çoğul şahsın ağzından anlatmış. Bu sebeple de sanki birinin bıraktığı yerden bir diğeri devam ediyormuşçasına akıyor metin. Tek bir baş karakter yerine birçok karakter bulunuyor. Herkesin kendine göre dertleri var. Ama tüm çalışanların ortak korkusu işten çıkarılma...

Birçok ilginç karakterin bulunduğu ofis bir deliler evinden farksız. Ekonomik kriz dışında başka birtakım krizler de yaşanıyor. Bu krizler ne kadar trajik olsa da anlatım bir şekilde bunu eğlenceli hale getiriyor. Reklam ajansı çalışanları meme kanseri ile ilgili neyin komik olabileceği üzerine kafa yorarken, Ferris de acıklı olan şeyleri daha hafifletip, ironikleştirerek aktarma konusunda yoğunlaşıyor.

Benim için çok akıcı bir kitap olmadı Ve İşimiz Bitti. Belki de her sabah ofise gelip kitaptakilerle benzer şeyleri yaşadığım içindir. Geçmeyen saatler, kahve molaları, bitmek bilmeyen dedikodular, ofis eşyası fetişizmi, vs. Ve tabi işten çıkarılmalar. Ama şunu da söylemem lazım; artık yuppie hayatlarından sıkıldım. Çünkü kitapta yaşanan sıkıntıların katbekat fazlasını -fazla mesai yapıp ücret alamamak, geciken maaşlar ve fatura cezaları, zam alamamak, hafta sonlarını ofiste geçirmek gibi- yaşamamıza rağmen maaş olarak bir yuppienin yanına dahi yaklaşamamak. Bunun da elbet ironisi yapılabilir...