18 Temmuz 2012 Çarşamba

Gazze Blues -Etgar Keret & Samir El-Youssef

 Etgar Keret'in 15 öyküsü ile Samir El-Youssef'in ise kısa bir romanından oluşan Gazze Blues, orijinali 2004 basım tarihli incecik bir kitap. 

Benim için her iki yazar da yeni olmasına rağmen, Etgar Keret'in senaryosunu yazmış olduğu Wristcutters - Bilekkesenler filminden biliyorum. Keret'in Bilekkesenler'deki absürd üslubunu Gazze Blues'daki öykülerinde de bulabilirsiniz. Bilekkesenler dışında Jellyfish filminde de imzası bulunan Keret'in, Türkçe'de basılmış, Nimrod Çıldırışları ve Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü isimli iki kitabı daha bulunmaktadır.

Gazze Blues kitabındaki öykülere gelirsek benim favorilerimden ilki Şoşi 3. Kitapta Keret'e ayrılan kısmın sonundaki Şoşi, Şoşi 2 ve Şoşi 3, birbiri ile bağlantılı üç hikaye. Şoşi isimli geveze bir asker ve arkadaşlarının çatışma esnasında yaşadıklarını konu alan Şoşi, gerçeküstücü öğeler içeriyor. Şoşi 2 ile devam eden hikaye Şoşi 3 ile hiç umulmadık bir şekilde sonlanıyor. Yazar Etgar Keret'in de müdahil olduğu Şoşi 3 şimdiye kadar okuduğum en radikal ve cesur bitişe sahip öykü. Hatta böyle cesur bir sonla yarışabilecek bir roman bitişi de hatırlamıyorum. Edebiyatla ilgilenen herkesin sırf sonu için bu üçlü öyküyü okuması gerektiğini düşünüyorum. 

Şoşi üçlemesini çarpıcı sonu nedeniyle sevmiştim. Borular isimli öykü ise kitaptaki en beğendiğim öykü oldu. Gerçeküstücü öğelerle bezeli ve şakacı bir sona sahip olan öykü oldukça mütevazi. Bir buçuk sayfada bunca duyguyu verebilmek ise ustalık gerektiriyor. Mutsuz birinin mutluluğa ulaşma çabasını çok güzel, duygulu ve yoğun bir şekilde üstelik de alaycı bir dil kullanarak dile getiriyor. Okuyunuz, okutturunuz.

Şoşiler ve Borular dışında en beğendiğim öyküler Sadece 9.90'a (Vergi ve Posta Ücreti İçinde) ile Tuvia'nın Vuruluşu... Bu her iki öyküde de gerçeküstücü öğeler ile absürdlük ve alaycılık yine devrede. Bu saydıklarım dışında kalan öyküleri ise beğenmedim; bence gayet vasatlardı. 


Samir El-Youssef'in kısa romanı ise Canavarın Susadığı Gün ismini taşıyor. Anlatıcısı Bassem, yakın arkadaşı devrimci Ahmet'in yüzüne vurduğu ülke (Lübnan) gerçekleri yüzünden morali bozulmuş ve Almanya'ya göç etmeye çalışan birisi. Ahmet ise kendini davasına adamış bir devrimci. Arafat'ı sürekli eleştiriyor. Maddi durumu eline geçen kiralar sayesinde gayet iyi ve bir tiyatro oyunu üzerine çalışıyor. Bir yandan da Kürdistan Özgürlük Partisi lideri üçkağıtçı Ebu Şivan ile parti için haber bülteni hazırlamak üzere anlaşıyor. 

Bassem'in bir diğer arkadaşı ise Iraklı Salim. Bassem için ot ve hap temin eden Salim, Tanzim'den maaş almasına rağmen Lübnan parasının sürekli değer kaybetmesini yaptığı ek işlerle dengelemeye çalışıyor. Bütçelerini dolar olarak alıp maaşları Lübnan parası ile ödeyen üstlerinin evlerini soymayı sevap olarak görüyor. 

Dalal ise Salim'in aşık olduğu ama Bassem'in maymuna benzettiği bir kızcağız. Dalal aslında Bassem'e aşık. Bunu Bassem de biliyor ve kafasının dumanlı olduğu zamanlarda her şeyi unutup -Almanya'ya göç etmeyi filan- Dalal'la evlensem mi diye düşünmekten geri durmuyor. 

Canavarın Susadığı Gün, ortadoğu coğrafyasının halet-i ruhiyesini gayet güzel anlatıyor. Hakkın hukukun esamesinin okunmadığı, yolsuzluk, rüşvet, üçkağıtçılığın sıradanlaştığı, şiddetin, çatışmanın sürekli kol gezdiği, kutuplaşmaların zirve yaptığı bir coğrafya bu. Canavarın Susadığı Gün ise bu coğrafyada hayatta kalmaya, ruh sağlığını korumaya ve yolunu bulmaya çalışan insanların romanı. 



16 Temmuz 2012 Pazartesi

Apartman Boşluğu - Hakan Bıçakçı

Not: Bu yazı kitabın gidişatı hakkında bilgiler içermektedir.

Hakan Bıçakçı'nın 2008 tarihli dördüncü kitabı olan Apartman Boşluğu, benim ilk okuduğum ilk Hakan Bıçakçı kitabı. Kitabın başındaki bilgilerden anladığımız kadarıyla kendisi edebiyatla uğraşmanın yanı sıra reklam yazarlığı yapıyor. Tıpkı kitabın baş karakteri Arif gibi.

Tüm kitap Arif'in yaratıcılık buhranları olarak tarif edilebilir. Reklamcılık sektöründen sıkılıp bunalan Arif amatör olarak bir müzik grubunda vokal yapmakta ve akşamları bir barda sahne almaktadır. Bir gün işi gücü bırakıp kendini beste yapmaya verir. Evinin durumunun bu iş için uygun olmadığını düşünen Arif stüdyo olarak da kullanabileceği yeni bir eve taşınır.

Yeni evinin yatak odasının duvarında bulunan delik, Arif bestelerini yaparken onun iç dünyasına ve belki de bilinç dışına açılan kapının bir metaforu olarak kullanılır. Yaratım sürecinde git gide pasaklılaşan, insanlarla bağlantılarını koparan Arif, gerçek dünya ile bağlarını zaman zaman yitirerek, hayalle gerçeğin birbirine karıştığı, korkuların ve endişelerin tekrar eden sayıklamalara dönüştüğü bir ruh haline bürünür. Dış dünya ile arasına kat kat güvenlik kapıları, kilitleri, alarmları koyar. Doktorun birisi bir seferinde ona kendisini çok dinlememesini söylemiştir. Kendi iç sesine kulaklarını tıkayan Arif'e bilinçdışı ancak telefon kabloları ya da kayıt cihazları sayesinde ulaşabilmektedir.

Sancılı ama verimli geçen yaratım sürecinde kendi iç dünyasına fazlaca yönelmesi, birtakım sanrılara kapılmasına, paranoyalarının kontrolden çıkmasına ve eşini dostunu yitirmesine sebep olur. Yaptığı bestelerle herkesin hayranlığını kazanır. Müzikten çok iyi anlayan arkadaşı Ender'in gözünde müzik dehası mertebesine yükselmiştir. İçinde bulunduğu durumla (delilik-dahilik gelgitleri, dahilerin yalnızlığı) dahiliğini pekiştirir. 

Mesleği yaratıcılıkla ilgili olanların ve sanata ilgi duyanları ilgilendirecek olan kitap yaratım sürecinin sıkıntılarını anlatan bir roman olmasının yanı sıra başlı başına gerilim kitabı olarak da okunabilir. 



11 Temmuz 2012 Çarşamba

Kurma Kız - Paolo Bacigalupi

 Paolo Bacigalupi'nin bol ödüllü ilk romanı Kurma Kız (2009), karamsar bir gelecekte geçiyor. 23. yüzyılda, petrol bitmiştir, temiz enerji kullanımı (neden kullanılmadığı açıklanmıyor, üstelik havanın çok sıcak olduğuna sürekli vurgu yapıldığı halde) yoktur, varsa yoksa insan ve hayvan gücüdür tek enerji kaynağı. İnsanları pil olarak kullanıp, uyutmak için de düşler gördüren Matrix'le benzeşiyor bu yönünden. Kurma Kız'da gen teknolojisi ile eski mamutlar, yeni adı ile mehodontlar diriltilmiş ve enerji kaynağı olarak kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra yoksul insanlar da bir başka enerji kaynağıdır. Otomobil ancak çok zenginlere özeldir; ulaşım, pedallı çekçekler ile sağlanmaktadır. Sıkıştırılıp enerji yüklenen yaylar ise pillerin yerini almıştır.

Genetik mühendisliğinin alıp başını gittiği Kurma Kız'da patent sahibi kalori şirketleri yüzünden çoğu insan açlıktan kırılmış, habbe pası adında salgın hastalıklar bir sürü insanın ölmesine sebep olmuştur. Amerikan imparatorluğunun çöktüğü, Avrupa'nın param parça olduğu Yayılım (Kitapta açıklanmıyor ama büyük bir savaş olduğunu ve enerjinin tükenmesi ile patlak verdiğini sanıyorum.) sonrası Tayland Krallığı -ki hiçbir zaman sömürge olmamakla övünüyorlar- gen bilgi bankası sayesinde düzlüğe çıkmıştır.

Büyük kalori şirketlerinden birinin başındaki Anderson Lake, Tayland'ın gen bilgi bankasına ulaşmak amacı ile paravan bir yay şirketi kurmuştur. Yabancı olduğu için diğer tüm yabancılar gibi farang olarak anılır. Emrindeki bir sarı kartlı olan Hok Seng ise onun işlerini halletmekte rüşvetlerini dağıtmaktadır. Gelecekteki Tayland resmen kokuşmuştur. Hem ahlaki hem de gerçek anlamda. Sarı kartlılar, ülkeye sığınan Çinliler'dir. Enerjisi olmayan, asansörleri insanların çalıştırdığı kokuşmuş gökdelenlerde ve gecekondularda yaşamaktadırlar. Her yanda bir doğum günü için üretilip kontrolden çıkan Chesire kedileri cirit atmaktadır. Ortama tam anlamıyla bir tekinsizlik hakimdir. Kimin başına ne zaman ne geleceği belli değildir. Beyaz yakalılar olarak anılan polisler rüşvetlerini alamadıkları takdirde terör estirmektedir. Böyle güvensiz bir ortamda roman karakterlerinden hiçbirisinin can güvenliği bulunmamaktadır. Ne farangların, ne sarı kartlıların ne de kurmaların.

Kurma kız Emiko da sahibi Raleigh'in rüşveti sayesinde belirli alanlarda güvenli bir şekilde dolaşabilmektedir. Buranın dışına çıktığında ise kurma olduğunu ortaya çıkaran kesik hareketlerini gizlemek zorundadır, aksi takdirde gübre yapılma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Emiko, Raleigh'in sahibi olduğu bir gece kulübünde tuhaf şovlar yapan genetik mühendislik ürünü bir kızdır. Kurma olan kızlar sahiplerine itaat etsinler ve onların işlerini görsünler diye Japonlar tarafından üretilen son model geyşalardır fakat geyşa olmayan savaşçı modellerinin uğrattığı zararlar yüzünden Tayland'da pek hoş karşılanmamaktadırlar. Emiko sahibi ile birlikte ülkeye gelmiş, dönüş bileti pahalı olduğu için sahibi tarafından Tayland'da kaderine terk edilmiş bir kurma kızdır. Emiko'nun yolu Anderson'la kesişince Anderson'dan kurmaların özgürce yaşadığı köyler olduğu bilgisini alır ve yaşadığı hayattan kurtulacağına dair umutlanır.

Hastalığın, pisliğin, yoksulluğun tavan yaptığı gelecekte, ahlak çökmüş, entrikalar ve komplolar gırla gitmektedir. Bilgisayarların dahi pedallı olduğu bir gelecek tasvirini okurken yaşadığımız konforun ne kadar süre daha gideceği sorusu aklınızın bir köşesinde dolanıp duruyor. Uyarı niteliği de taşıyan kitap, düzeni ve gidişatı sorgulamanızı sağlıyor.

Yazar Paolo Bacigalupi'nin Calorie Man (2005) isimli benzer konuları işleyen bir öyküsü var; henüz okumadım ama merak ediyorum doğrusu. Bu arada Kurma Kız orijinal ismi ile The Wind Up Girl TIME dergisi tarafından 2009 yılının en iyi 10 romanı arasında gösterilmiş.



4 Temmuz 2012 Çarşamba

Sevgili Mimi - Tim Parks

1997 yılında Europa kitabı ile Booker ödüzlünü kazanan, daha sonra  2003'te Judge Savage adlı  kitabı ile aynı ödülü ikinci kez kazanan İngiliz yazar Tim Sparks'ın 1990 tarihli kitabı Sevgili Mimi, mizahi bir üslup ile kaleme alınmış sürükleyici bir macera-cinayet kitabı. Kitap, İtalya'nın çeşitli şehirlerinde geçen bir yol hikayesi de diyebiliriz. 1981 yılından beri İtalya'da yaşayan yazar, kitapta İngilizler ile İtalyanlar'ı birçok kere yaşam stilleri ve hayata bakışları açısından karşılaştırmış.

Kitabın baş karakteri Morris Duckworth, hayatta tutunamamış, üniversiteden atılmış fakat İtalya'da sınıf atlamayı aklına koymuş bir İngilizce öğretmenidir. Zengin ve yeteneksiz öğrencilere özel dersler vererek geçimini sağlamaktadır. Bir yandan da işçi sınıfından gelen babası ile içsel bir hesaplaşma yaşamaktadır. Babasının yaşamı, ölmüş annesi ile olan ilişkisi, çalışmakla ilgili düşünceleri Morris için gitmesi gereken yönün tam tersini göstermektedir.Morris keyfine düşkündür ve lüksü ve para harcamayı sever. Parasından utanan İngilizler'in aksine İtalyanlar zengin olmaktan keyif almakta ve bunu gizleme gereği duymamaktadırlar. Bu yüzden İtalya tam Morris'e göredir.Tek sorun parasının olmamasıdır. Ufak tefek sahtekarlıklarla durumunu değiştirmeye çalışır. Saf ve zengin Massimina ile evlenmek için talip olur fakat Massimina'nın ailesi Morris'in bol keseden söylediği yalanlara inanmaz ve kızla görüşmesini yasaklar.

Massimina'nın iki milyon lireti cebine koyup Morris'e kaçması ile Morris'in eline koz geçer. Hedeflerine ulaşmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazır olan Morris, cesaretini toplayarak Massimina ile heyecanlı ve gerilimli bir maceraya atılır.

Güzel olup, boş olmayan kitaplardan, Sevgili Mimi. Bir sonraki adım ise Tim Sparkas'ın  Mimi'nin Hayaleti isimli devam kitabı. İyi okumalar...