
Kitabın çıkış noktası gayet güzel. Kitapta bir örgüt var. Örgüt hayalperest insanlardan oluşuyor. Bu örgüttekilere göre insanlar ikiye ayrılıyor: Gerçekçiler ve hayalciler. Dünyayı gerçekçilerin yönettiği bu yüzden de onların kurallarıyla yaşandığını iddia ediyorlar. Hayalcilerin idaresine geçen bir dünya düşleyip bunun için çalışıyorlar. Bu örgütün başına geçmesi için düşünülen kişinin de özel ve"seçilmiş" olması gerekiyor. Romanın anlatıcısı da çeşitli ispatlardan sonra bu iş için düşünülen kişi oluyor.
Bir gazete haberi ile başlayan roman ileride neler olacağının sinyallerini verdikten sonra, yüz elli sayfa boyunca anlatıcının hayatının monoton düzenine dalıyor ve tekdüzeleşiyor. Bu kısım rutinin sıkıcılığını vermek için mi bu şekilde yazıldı bilmiyorum ama bence kitabın en zayıf kısmı olmuş. Zayıf kalmasının sebebi ise sadece sıkıcı olması değil. Anlatıcı kendi iş ve sosyal hayatını, sevgililerini anlatırken sürekli klişelere başvuruyor. Yazdığı hikayelerdeki bazı detaylar da rahatsız edici çünkü gerçek ve kurgu birbirine karışmış. Söz gelimi Geberit'in gerçek bir marka olup, kitapta ona ilişkin başka bir öykü anlatılması.
Yüz elli sayfa bittikten sonra ise hareketin ve heyecanın bir artıp bir azaldığı akıcı olan kısım başlıyor. Kitabın bu macerası bol bölümü gözümün önünde film gibi canlandı. Şahsi görüşüm bu kitabın bir senaryo olarak usta ellerde başarılı bir filme dönüşeceği yönünde. Ama hem bu bölüme hem de ilk bölüme ilişkin olarak söyleyebileceğim edebi olarak fazla tat alamadığımdır...
Not: Bu arada nasıl gözden kaçtı bilemiyorum ama kitap boyunca çiklet yazılmış; doğrusu ciklet...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder